Türkiye’nin kadim şehri, medeniyetlerin beşiği Antakya’da 2007 yılında kurulan Antakya Medeniyetler Korosu’nun kurucusu ve şefi Yılmaz Özfırat, “Depremden etkilenen 11 şehrimizdeki vatandaşlar yararına konserler vererek yaralarımızı müzik ile saracağız” diyor.
SÖYLEŞİ: SEMA USLU
FOTOĞRAFLAR: YILMAZ ÖZFIRAT ARŞİVİ
Farklı dinlerden ve birçok etnik kökenden insanların bir araya gelmesiyle, bundan 16 yıl önce Yılmaz Özfırat tarafından kuruldu Antakya Medeniyetler Korosu. Türkiye’nin adeta aynası olan insan çeşitliliğiyle, hiç kimseden maddi ya da manevi destek görmeden günden güne güçlenerek büyüdü, yurt dışında da ülkemizi defalarca başarıyla temsil etti. Sanatın, müziğin birleştirici gücüne örnek bir birlikteliği gözler önüne seren bu topluluk birçok ödülün de sahibi oldu; hatta 2012 yılında Nobel Barış Ödülü’ne bile aday gösterildi. Şubat ayında meydana gelen depremlerde yıkıma uğrayan Hatay’da, maalesef yedi üyesini yitirdi Antakya Medeniyetler Korosu. Yaralarımızı sarmak, iyileşmek için sanattan daha iyi bir ilaç olmadığını dile getiren Antakya Medeniyetler Korosu’nun kurucusu ve şefi Yılmaz Özfırat ile sanat ve sanatın iyileştirici gücü hakkında bir sohbet gerçekleştirdik.
İsminizin hakkını gerçekten veriyor, zengin bir çeşitlilik barındırıyorsunuz. Peki, “Medeniyetler Korosu” fikri ilk olarak nasıl ortaya çıktı?
Kültür Turizm Haftası etkinlikleri o yıl (2007) Hatay’dan başlayacaktı. Hatay’ı tanıtmanın en güzel yolunun, barındırdığı çeşitliliğin uyumu olduğunu düşündüm. Çünkü Hatay, birçok etnik kökenden insanın bir arada yaşamasına vesile oluyordu. Farklı dinlerden insanlar kapı komşusuydu, aynı iş yerinde çalışan farklı ırktan, farklı medeniyetlerden insanlar vardı. Hatay’ı anlatan en güzel şeyin bu çeşitlilik olduğuna kanaat getirdim ve koro fikri de o zaman ortaya çıktı.
Ne tür faaliyet ve projelerde yer aldınız?
Bugüne dek dünyanın birçok ülkesi ve şehrinde, özellikle Birleşmiş Milletler binasında Birleşmiş Milletler üyelerine konserler verdik.
Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri’nde New York, Washington ve Houston’da, Belçika’nın Brüksel şehrinde, İsviçre’nin Zürih şehrinde, Lüksemburg’da, Fransa’nın Strasbourg ve Mulhouse şehirlerinde, Almanya’nın tüm şehirlerinde, Kanada’nın Montreal, Ottowa ve Toronto şehirlerinde ve tüm Balkanlar’da konser etkinliklerimiz oldu.
2019 yılında Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülü’nün sahibi oldunuz. 2012 yılında da Nobel Barış Ödülü adayı olmuştunuz…
Bugüne kadar aldığımız her ödül bizim için kutsaldır tabii ki ama Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmek ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülü’nü almak gururumuzu okşadı. O ödülü aldığınızda anlıyorsunuz ki doğru insanlarla doğru işler yapıyorsunuz. Bu da sizde daha çok çalışma, daha çok insana ulaşma isteği uyandırıyor. Biz de bu doğrultuda daha fazla konser verme isteği barındırıyoruz içimizde.
Biliyoruz ki sanat iyileştirir. O yüzden daha önceden de olduğu gibi yine ve yeniden birbirimize tutunduk. Çünkü biz 200 kişiden oluşan büyük bir aileydik. Şimdi 193 kişi kaldık…
Şubat ayında meydana gelen deprem felaketi 11 kentimizde çok büyük yıkıma yol açtı. Siz, koronuz nasıl etkilendiniz?
Bunu kelimelere dökmek imkansız çünkü anlatmaya kalktığınızda aslında tüm sözlerin ne kadar kifayetsiz kaldığını anlıyorsunuz. Ben tam sekiz saat enkaz altında kaldım. Vatandaşlar beni kurtardı. Üzerimde bir tişörtle yalın ayak çıktım o enkazdan. İnanılmaz bir yağmur yağıyordu o gece Antakya’da. Yağmuru tenimde hissetmek yaşadığıma şükrettiriyordu fakat o an, sağa sola baktığımda gördüklerimden sonra şükretmeye utandım. Yıkılmayan bina kalmamıştı çünkü… Sağa sola koşuşturanlar, yardım çığlıkları, enkaz altından gelen o sesler… Ölümün sesini ve kendisini gördüm o an. Enkazdan çıktığım o saatlerden bu zamana dek gerek enkaz altındakiler gerekse dışarıda kalanlar için elimden ne geliyorsa yaptım; yapmaya da devam edeceğim.
Kaybettiğiniz üyeleriniz de var…
Zor bir süreç… Hayatta hiç kimsenin tecrübe etmesini istemediğim bir sürecin içindeyim. Üstesinden gelmeye çalışıyoruz elbette hep beraber. Sanata ve müziğe sığındık diyebiliriz aslında. Biliyoruz ki sanat iyileştirir. O yüzden daha önceden de olduğu gibi yine ve yeniden birbirimize tutunduk. Çünkü biz 200 kişiden oluşan büyük bir aileydik. Şimdi 193 kişi kaldık… Depremde yedi canımızı kaybettik maalesef. Her birinin bendeki yeri çok farklı; bu bambaşka bir acı. Bundan böyle onların anısını yaşatmak için söyleyeceğiz şarkılarımızı ve her konserimizi de onlara ithafen gerçekleştireceğiz.
Sanatın size nasıl bir etkisi oldu bu süreçte?
Sanatın iyileştirici bir gücü olduğunu biliyordum zaten, ki bu süreçte sanata sığınmamızın sebebi de budur. Biz her konserimizde aslında oluşumumuzu anlatmak adına müziği seçmiştik. Korodo, her dinden, her ırktan insanlar bir araya geldi, birbirimizin şarkılarını seslendirerek tüm dünyaya sevgi ve kardeşliğin temasını anlatmaya çalıştık. “Bakın biz başarabiliyoruz, sizler neden başaramıyorsunuz?” diye barışı müzikle anlatmaya çalıştık. Bu süreçte de yaralarımızı tüm dünyada evrensel bir dil olarak kabul edilen müzik ile sarmaya çalışacağız.
Önümüzdeki günler için projeleriniz neler?
Kadim kentimiz Antakya, kaybettiğimiz vatandaşlarımız ve ailemizden kaybettiğimiz yedi arkadaşımız için konserler vermeye devam edeceğiz. Adana ile başlayacağız konserlerimize. Seyhan’dan Asi’ye bir gönül köprüsü kuracağız. İstanbul’da, İzmir’de yine depremzedeler yararına bir konser vereceğiz. Bu konser trafiği devam edecek. Yaralarımızı hep beraber müzik ile saracağız.