Kaatı’ sanatı “sabrın sanata yansıdığı, hatta imtihan olduğu sanat” olarak tanımlanıyor. Bu sanatın en önemli isimlerinden, yurt içinde ve yurt dışında sayısız sergiye katılan Dürdane Ünver, “Tezhipte bir yerden başlarsınız ve ardı gelir, önünüzde gittikçe gelişen örneği görürsünüz. Kaatı’ öyle değil. Önce tasarım yaparsınız, sonra motifleri tek tek kesip ayrı parçalar halinde biriktirir ve en son bir araya getirirsiniz. Tezhibe ayrılan zamanın 2 – 3 katı kadar zaman sarf etmeniz gerekir bu sanat için” diyor.
SÖYLEŞİ: BELKIS KAMUT AKTÜRK
Yıllar önce İstanbul Üniversitesi’nin düzenlediği Bahçeler Konferansı’nda tanışmıştık sevgili Dürdane Ünver ile. Bana hayatımın en güzel iltifatlardan birini etmiş, ben de ona, bilgisine ve zarafetine hayran olmuştum. Hayranlık zamanla güzel bir dostluğa dönüştü.
Gerçek bir İstanbul hanımefendisidir Dürdane Hanım. İstanbul üzerine, hayat üzerine sohbetin en güzelini edersiniz onunla. Sanatı sever, rafine zevkle sunar. Anılarını anlatmaktan, bildiklerini paylaşmaktan keyif alır.
Konferansta “Hikayeleri ile İstanbul Bahçeleri” panelinde ortak konuşmacı idik. Sözlerine “Kaatı’ sanatını anlatacağım ama ismini telaffuz etmek bile çok zor” diye başlamıştı. Gerçekten zor söyleniyor eğer hakkını vermek istenirse. “Katı, katıa, kaatı, katığ” gibi pek çok kelime ile adlandırılıyor. Hepsi aynı sözü ifade etse de genel kabul edilen ismi kaatı’.
Sadece söylenmesi değil, sürdürmesi de zor. Kaatı’ sanatını bence en güzel “sabrın sanata yansıdığı hatta imtihan olduğu sanat” ifadesi tarif ediyor.
Kaatı’ ismini söylemek zor zira Arap hançeresine sahip değiliz ancak işin hakkını vermek istenirse önce alt çene öne çıkacak ki o ses çıksın diye tavsiye edilir. Hatta ben bu karmaşanın önüne geçmek için Türk kağıt oyması diye ifade ediyorum.
Sözlükte kesmek, kesme, kesilme anlamları taşıyor. Kaatı’ sanatının malzemesi kağıt veya deri; çizilmiş yazı, motif veya bir şekli oyup çıkararak bir başka kağıt ya da deriye yapıştırmak suretiyle gerçekleştirilen bir sanat. Mukatta, oyulmuş, kesilmiş yazı demek. Bu sanata özgü önemli ve çok hoş bir tanımlama var. Ortaya çıkan eser tek kişi tarafından icra ediliyorsa katta’ veya kaatı’, birçok kişi tarafından yapılıyorsa katta’an deniyor.
SABIRLA BEZENMİŞ BİR SANAT
Dürdane Hanım bu hususu zarafeti ile açıklıyor. “Söylemek zor zira Arap hançeresine sahip değiliz ancak işin hakkını vermek istenirse önce alt çene öne çıkacak ki o ses çıksın diye tavsiye edilir. Hatta ben bu karmaşanın önüne geçmek için Türk kağıt oyması diye ifade ediyorum.”
Sabırla bezenmiş bir sanat. Bu sanatı günümüzde hatırda tutan en önemli isimlerden olur Dürdane Ünver; Ord. Prof.Dr. Süheyl Ünver’in gelini. Onun derin birikiminin, eşsiz arşivinin ve müthiş nezaketinin temsilcisi.
Resim merakı hep yüksek olur Dürdane Hanım’ın. Bu nedenle liseyi bitirince akademi sınavlarına girer. “Kesin kazanır” gözüyle bakılan akademi sınavını geçemez ve “Kısmetim değilmiş” der ama pes etmez. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümünü başarı ile bitirir.
“Kısmet değilmiş” dediniz ama kısmetiniz umduğunuzdan büyük olur. Haydi, sohbetimize romantik bir başlangıç yapalım. Eşiniz Aydın Ünver beyefendi ile tanışmanızı dinleyebilir miyiz?
Üniversiteden mezun olduktan sonra mesleğe devam etmedim çünkü o zamanın ünlü gazetecilerinin “Senin gibi yumuşak biri, bu mesleği zor yapar” ikazı ile karşılaştım. Üstelik iki senelik mecburi hizmetim vardı, ailem tek başıma buna izin vermeyeceği için de meslekten uzak kaldım. Çalışmak da istiyordum. Özel bir şirkette genel müdür asistanı olarak işe başladım. Eşimle orada tanıştık. Beş senenin sonunda da evlendik.
Süsleme sanatı çalışmalarınıza nasıl, nerede başladınız?
Türk süsleme sanatları çalışmalarıma 1976 senesinde Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver başkanlığında Topkapı Sarayı Nakkaşhanesi’nde başladım. Kaatı’ sanatının yanı sıra tezhip eğimi de aldım. Minyatür ve kaatı’ dallarında hocası Gülbün Mesera ile çalıştım. Gülbün Hoca, Süheyl Ünver’in kızıdır. Bir gün babasını ziyarete gelmişti Kalamış’taki eve. Ve bir kağıt uzattı. Kağıt ikiye katlanmış ve üzerine vazoya benzer bir şekil çizilmişti.
Daha sonra bu çizimin günümüzde British Museum’da bulunan Mundy Albümü’nden bir parça olduğunu öğrendiniz. Peki, o an aklınızdan geçen ne oldu?
Gülbün Hoca’nın “Bunu keser misin?” diye sorması, beni hem heyecanlandırdı hem de endişelendirdi. Hocamın beni rahatlatan tarifi ile bir çırpıda kesme işini tamamladım. İkiye katlanmış kağıdı açtığımda ortasında derin bir çizgi vardı ve içinde o an anlayamadığım, daha sonra vakıf olduğum motiflerle bezeli vazo duruyordu. Sizin bahsettiğiniz şekilde birkaç sene sonra o vazonun 17. yüzyılda Sultanahmet civarında halk ressamları tarafından yapılan tasvirlerin yer aldığı Mundy Albümü’ndeki motiflerden biri olduğu öğrendim. Sanata ilk adımlarımı atmış oldum. Bu sohbet Ayazpaşa Konservatuarına başlamama vesile oldu.
KİTAP SÜSLEME SANATI
Kaatı’ sanatı desem neler dersiniz? Oyma sanatı mı, kağıt oyma yazı sanatı mı, kitap süsleme sanatı mı?
Aslında kitap sanatları içinde yer alır. İlk dönemlerde kap içi süslemelerde yaygın şekilde kullanılmakta. 18. yüzyıla kadar yazma eserler içinde yer almış bir sanat. 18. yüzyıldan itibaren kitap içinden çıkarak levhalar halinde görülüyor. Kitap içinde olma sebebi, kopmaya müsait olan tasarımların daha kolay muhafazası içindir. Levha haline gelince de çerçeve ve cam arkasına gizlenmiştir.
Kağıt ve deri oymacılığının tarihçesi ne kadar eskiye dayanıyor?
Araştırmalar kağıt ve deri oymacılığının 2 bin yıl kadar önce, bir halk sanatı olarak Çin’de doğduğunu gösteriyor. Çin’deki Dunhuang Mağarası önemli. İbadet maksadı ile bu mağaralar kullanılıyor. Bu mağaranın duvarlarını stilize edilmiş dört kat çiçek motifleri ile süsleniyor. Çok ince deriden kestikleri süet görünümlü çiçekler, Amerika’da müzede muhafaza ediliyor. Ölenlere eşlik etsin diye kağıt benzeri bir malzemeden insan figürleri keserek ya mevta ile gömüyorlar ya da ritüellerine göre ölenle beraber yakıyorlar. Araştırılsa daha neler çıkacaktır! Mesela Çin’de, milattan sonraki yıllarda bir imparator eşini kaybediyor, büyük yeis içine düşüyor. Herkes eşinin hatırasını hazırlamak için seferber oluyor. Ama saray ressamlarının yaptıklarından hoşnut olmuyor imparator. Karagöz Hacivat gibi ışık – gölge oyunu kağıdı kesiyorlar ve çok memnun oluyor.
OSMANLI’NIN SAVAŞ GANİMETİ
Peki, Osmanlı’ya ve bize doğru gelmesi nasıl mümkün oluyor bu sanatın?
Yavuz Sultan Selim’in kazandığı savaş ganimetleri ile oluyor… Öncesi de şöyle; Herat’ta (Afganistan) büyük bir sanat akademisi vardı. Orta Asya’dan gelenler Hazar Denizi üzerinden Afganistan’a doğru ilerlediğinde Herat Sanat Akademisi’nde çok önemli sanat eserlerinin yapıldığını görüyorlar. Abdullah Kaatı -ki kaatı onun lakabı- ilk önemli kağıt oyma üstadı. Şah İsmail, Herat’ı işgal ettiği zaman buradaki sanatçıları ve eserlerini Tebriz’e götürüyor. Yavuz Sultan Selim’in kazandığı savaşlardan getirdiği ganimetler sanat eserleri oluyor. 1514 Çaldıran Savaşı’nda aynı sanatçı ve eserlerini Topkapı Sarayı’na getiriyor. Kağıt oyma 15. yüzyıl ortalarında İstanbul’da da yapılmaya başlanıyor. Kağıt üzerine uygulamalar saray nakışhanesinde Yavuz Sultan Selim ile başlıyor. O tarihlerde Sultanahmet civarındaki atölyelerde bu sanat icra ediliyor. Yüze yakın atölyeden dokuzu kaatı’ atölyesi. Hatta Evliya Çelebi’nin bir notunda “Dokuz atölyede yirmi neferat (eleman / sanatçı) çalışmaktadır” yazılıdır.
Tezhipte bir yerden başlarsınız ve ardı gelir, önünüzde gittikçe gelişen örneği görürsünüz. Kaatı’ öyle değil. Önce tasarım yaparsınız, sonra motifleri tek tek kesip ayrı parçalar halinde biriktirir ve en son bir araya getirirsiniz. 2-3 katı fazla zaman gerekir.
Bu sanatın Avrupa’ya geçişi, bu toprakları ziyaret eden seyyahların satın aldıkları albümler vasıtası ile oluyor, değil mi?
17. yüzyıl eseri Mundy Albümü, Gezgin Peter Mundy tarafından İstanbul’dan satın alınır. Londra British Museum’da bulunan ve Osmanlı kıyafetlerinin, esnaf, kadı, subaşı, öğretmen gibi tasvirlerinin yer aldığı eserin sayfa kenarları çok çeşitli kaatı’lar ile süslüdür. Çarşı esnafınca yapılan bu albüm (saray nakışhanesinden alınması mümkün değil) ortaklaşa yapılan bir albüm. Mundy bu albümden bahsetmesini, anlatmasını ister. Satan kişiden aldığı açıklamaları albümün alt ve üstüne yazar. Oradaki minyatürün ne olduğunu yazar, hatta bazılarını mesela subaşını Türkçe yazmış. Her sayfaya boş bulduğu yerlere açıklamasını yazıyor. Albüm, Mundy ölene dek ailede kalıyor, vefatı ile müzeye geçiyor. Süheyl Ünver’in bu müzeyi ziyareti çok önemli. Teşhirde olan eserin altında izahat hocayı üzüyor. Çünkü oradaki açıklamada bu albümün Peter Mundy tarafından yapıldığı, ona ait olduğu ifade edilmektedir. Hoca oranın müdürü ile görüşme yaparak bu albümün İstanbul’da çarşı ressamları tarafından yapıldığını açıklayarak bu ifadenin düzeltilmesini istiyor.
SÜHEYL HOCA’DAN İCAZET
Dürdane Hanım, 1985 yılı sizin için önemli. Tezyinattaki başarınızın takdiri olarak kayınpederiniz Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’den icazetinizi aldınız. Neler hissettiniz?
Çok heyecanlı bir günümdü. 1976 yılında başladığım çalışmalardan sonra “Efendim icazetini hazırlayınız” demesi muhteşemdi. Kendimi o derece yetişmiş olabileceğimin -sanatı seviyordum ama- onu halledecek seviyede olduğumun hazmında değildim ve o heyecanla Gülbün Hoca’dan medet umdum. Heyecanımı paylaşmak istedim, o da bana “Hoca ne derse odur. Demek ki sizde bu ışığı gördü, o nedenle icazetinizi hazırlamanız lazım“ dedi. Süheyl Hoca bana akabinde A4 ebadında bir kağıttan biraz uzun, gri fligramlı bir kağıt vererek bu ölçüler içinde icazetimi hazırlamamı söyledi. Fatih dönemi tezhiplerinden bir tasarım hazırladım, orta kısmını boş bıraktım. Kenarlara ince tezhip yapmaya başladım, tığları yaptım. Ancak tam da o dönemde kızım çok nadide görülen bir hastalık geçirdi. O tığ süslemelere istediğim özeni gösteremedim. Ama hocanın son icazeti bu oldu.
Tarihine baktığımızda altın devirlerini yaşamış olduğunu gördüğümüz kaatı’ sanatı günümüzde daha az mı tercih ediliyor?
Aslında çok sabır gerektiren ve sabrı getiren bir sanat. Günümüzde tercih edilmeye başlandı. İlk meşgul olan Süheyl Ünver sonra Gülbün Mesera ve Azade Hoca, ardından ben meşgul oldum. Tezhipte bir yerden başlarsınız ve ardı gelir, önünüzde gittikçe gelişen örneği görürsünüz. Kaatı’ sanatı öyle değil. Önce tasarım yaparsınız, sonra motifleri tek tek kesip ayrı parçalar halinde biriktirir ve en son bir araya getirirsiniz. Tezhibe ayrılan zamanın 2 – 3 katı kadar zaman sarf etmeniz gerekir bu sanat için.
Çok farklı bir bakış açınız var. Hayatı yorumlamanıza da yansıyor bu. Eserlerinize dönüp baktığımızda mezar taşlarını incelediğinizi de görüyoruz. İstanbul lalelerinin peşinde koştunuz ve onları bir albüm haline getirdiniz. Bu albüm de Hollanda’da özel bir koleksiyonda. Neler var sırada?
2006’ya yani Milli Saraylar’da vazife aldığım tarihe kadar birkaç senede bir Cerrahpaşa’nın hazırladığı sergilerde benim yaptığım kaatı’ tasarımlar yer aldı. Bu da çok az sayıda olurdu, kolektif sergide bir iki parça olurdu. Sonra merhum Meliha Altay bu sanatı öğrendi, benim asistanım olan Müjgan Başköylü yetişti, onların da katkılarıyla bu sanat daha bilinir hale geldi. Gülbün Hoca’nın çalışmaları vardı az sayıda örnek olduğu için popülaritesi yoktu. Milli Saraylar’daki Türk süsleme sanatları atölyesi açıldığında kaatı’ ilk defa ayrı branş olarak değerlendirildi. Orada mevcut tezhip, minyatür, hat, ebru sanatlarının yanı sıra kaatı’ da ayrı branş olarak değerlendirildiği için o tarihten itibaren Erguvan Sergileri ile daha da bilinir oldu, 2006-2009’a dek. Bu sergilerin hazırlanmasında Süheyl Ünver’in sözünden yola çıkıldı. Bir röportajında “Ne olur her erguvan mevsiminde erguvan bayramı olsa” sözü bu çalışmaya rehber oldu. Daha sonra proje grubu ile iki senede bir sadece kaatı’ üzerine yeni tasarımlarla araştırmalar yaparak sergi hazırladık.
14 kişiden oluşan ekiple hazırlanan ve sadece kaatı’ eserlerden oluşan bu sergiler de, Beyoğlu Belediyesi Gençlik Projesi kapsamına alındı.
Ve ilk kaatı’ projemiz de 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Bieanali’nde oldu. Mezar taşları üzerine yaptığımız araştırmalarla belgeledik. 130 parça çalışıldı, 80 adedi sergilendi.
Sonra yazma eserlerin kapları üzerine araştırma yaptık. 40 cilt çalıştık hatta merhum İslam Seçen Hocamız tarafından yapıldı, kaatı’ süslemelerini biz yaptık. Bu da uluslararası cilt sempozyumu kapsamında sergilendi. Daha sonra hilyeler üzerine çalışmaya başladık ve yazı projesi olarak vücut buldu, 2017’de sergilendi. Son projemiz ise çalışma ve araştırma aşamasında.