Ankara doğumlu heykeltıraş Metin Alper Kurt, halen yaşadığı ve ürettiği bu kentin sanatına etkisini “Ankara’nın kendisi davetkar bir kapalılık sunuyor. Şehir – ben ikilisi, karanlık bir hava sahasına benziyor. Bu da bir tür izole olmayı sağlıyor. Şehir, insanın tenini nasırlaştıran, aynı zamanda da taze kalmayı sağlayan çelişkili bir güven alanı yaratıyor. Bu şehirde kendimi yontuyor gibi hissediyorum” diye anlatıyor.
SÖYLEŞİ: MİNE BİCAN
Metin Alper Kurt, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’ne devam ederken, Akademia Sztuk Pięknych W Warszawie’de de öğrenim gördü. 2018 yılında mezun olduktan sonra Hacettepe’de master eğitimine başladı ve 2023 yılında Heykel Sanatında Gecekondu İmgesi ve Hatırlama başlıklı sanat raporuyla master eğitimini tamamladı. Üretimlerinde nesnelerin halleri üzerindeki akışkanlık, hassasiyet ve yumuşaklığı vurgulamak amacıyla dönüşüm anlarındaki spontan görünümlerine odaklanır. Hikâye anlatıcılığı yerine bütünün parçaları aracılığıyla zamanın kendisinden çok anlarına odaklanan Kurt; fragmanlarının imgelerini, kullandığı malzeme olan mermer aracılığıyla yansıtır. Sanatçı, ilk kişisel sergisi olan Kâğıt Taş Zaman’ı 2022’de X-İst’de gerçekleştirmiştir. Çalışmalarını Mamut Art Project, Base, Bilsart, X-İst, Contemporary İstanbul, Artweeks, Art Dubai gibi yerlerde sergilemiş, birçok sergi ve fuarda yer almıştır. Halen Ankara’da üretimine devam etmekte olan Kurt’a, hem sanat eğitimine hem de Ankara’nın sanatına olan etkisi üzerine sorular yönelttik. Sanat yapma biçimini etkileyen nedenler üzerine konuşurken şiirlerin, sevdiği yazarların metinlerinin, izlediği filmlerdeki sinematografik açılımların büyük bir havuz oluşturduğunu ve sanatında şekillendirici bir role büründüğünü anlatan Metin Alper Kurt, Ankara için “Bu şehirde kendimi yontuyor gibi hissediyorum” diyor.
Sizi bu disipline yönlendiren etmenleri merak ediyorum. Güzel sanatlar eğitimi özellikle de heykel alanına yönlenmeniz ne ile mümkün oldu?
O zaman dilimine bugünden baktığımda şöyle bahsedebilirim; bu yönlenme, akademik süreçten önce toprak ile karşılaşıp dokunma eylemi ile başladı. Toprağın davetkar bir oyun sunması, süreçteki diyaloğumuzun omurgasını oluşturdu. Kil ile bir nesnenin, bir imgenin imgelemdeki yeri önemli hale geliyordu. Zihin, göz ve el üçlemesinde bir şeyin somut varlığıyla karşı karşıya kalmak ve onu biçimlendirmekle bazı şeyleri odağıma daha çok almaya başlamıştım. Bununla beraber aile ve yakın arkadaşlarım içteki oluşumun duvarını oluşturmasını sağladı. İlerleyen süreçlerde heykel eğitimi ile pekişti. Bir etin kemiğe sarılması gibi ya da aksi düşünülebilir. Bunun için akademik eğitim gerekiyordu ve süreç Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünden başlamış oldu. Tabii sonrasında bir havuz oluşuyor; içteki oluşumun karşılaştığı somut eylem alanları, düşünceler sahası gibi.
Bir sanatçı olarak sanatınızı, sanat yapma biçiminizi şekillendiren özellikler neler?
Burada birçok şey ve şeylerin süzgeçten geçtiğinden bahsedebilirim… İçinde yaşadığım dünya, coğrafya birçok şey. Bunlar uzak – yakın ilişki içinde doğrudan birer etken olmasa da yine de önemli rol oynuyorlar. Daha yakın olarak ben, zaman parametreleri, nesneler, diyalogların gramerleri ve cümle yapıları ve bu diyaloglarla şekillenen formlar… Sanat tarihi, genel anlamda şimdiki zaman ve gelecek açılımları da benim için vurgu halindeler. Çünkü bir çalışmanın somut varlığından öncesi ve sonrası için hala bakılması, üzerinde durulması gereken değerler var. Bu değerlerin etkisi ve dönüştürücü gücü gibi… Bir şeyi bilmenin ve şimdiki zamanda karşı karşıya kaldığım çalışmanın ya da çalışmaların karşısında bilmemenin, yanılmanın veyahut bilerek eyleme geçmenin paydaşlıkları, zıtlıkları… Tüm bunlar şekillendirici bir şeye dönüşebiliyor. Bunların etkilerinin yanı sıra şiir, bir pasaj-metin, sanat kitapları, sevdiğim yazarların dünyasının benim tornamdaki geçişleri, sentezlemeleri üzerinden filmlerdeki sinematografik açılımlar, bunların hepsi bir sekans gibi düşünüldüğünde büyük bir havuz oluşuyor. Her bir şeyin varlığı, kulaktan beyne ya da gözden beyne ayrı geçiyor ve benim sanatımda şekillendirici bir şeye dönüşebiliyor. En çok kendimle ilgili dolaşmalar, ayrıklıklar, bütünlükler ve içerikler, öz, hepsi o an ya da geniş zamanda tornadan geçiyor. Son zamanların bütün öznesi kendi fragmanlarım ve hayatıma dair olan akıntılar, birikmeler ve donmalar üzerinden şekilleniyor.
“İŞ NE İSTİYOR?”
Üretim malzemeleri seçmek konusunda neye göre kendinize yön tayin ediyorsunuz?
Farklı birkaç dönem kendi içinde ayrı bir zaman açılımı yarattılar. Her dönemde ilgilendiğim, üzerine düşündüğüm konu, malzemeler ve içeriklerin özü üzerine bir yön oluştu. “İş ne istiyor?” sorusunu sorduğumda içerikle, formla ve etkiyle bütünleşecek olan malzemeye göre hareket ediyorum. Ancak uzun zamandır katı, sert ve donuk bir malzeme olan mermerle çalışıyorum. Burada malzemeyle ve içeriklerin omurgalarıyla ayrı paragraflar oluştu. Şimdi ise asıl meselenin ya da meselelerin içinde dolaşıyorum.
Üretmeye nasıl başlıyorsunuz? Süreç nasıl devam ediyor ve sonuca nasıl karar veriyorsunuz?
Üretmeye, tahayyül ettiğim şeyi kağıda aktarmakla başlıyorum. Çizginin imgelemle ilişkisini sağlaması açısından bunu önemsediğimi söyleyebilirim. Bazen yüzey, çizgi, yüzeyin ölçeği ve imgenin kendisiyle oynamaya başlayarak o formu görmeye çalışıyorum. Bazen de tam tersi hiçbir şey görmeden doğrudan taşı yontmaya başlıyorum. İstasyonlar değişebiliyor. Dolayısıyla üretimin en keyifli virgülleri, bir taşın etrafında dolaşmak, o sert yüzeylerde gezinmek, katıya bakmak… Çünkü birçok şeyden arındırılmış halde yani saf rolde bulabiliyorum o an kendimi. Burada, Rauschenberg’in “Kendimi çalışırken daha az bilinçli hissediyorum” diye belirttiği durumdan bahsedebiliriz. Birçok şeyi düşünürken bu az bilinçli olma hali o an sadece eyleme odaklanmayı sağlıyor. Ancak bilinçli bir temas ise bazen güvenli – güvensiz alanlar oluşmasına ve bilinmeyen kuralların oluşmasına sebep oluyor. Çünkü hem düşüncenin formu hem de mermerin kendi yapısı içe içe geçebiliyor. Bunların hiçbirinin tarifi ve bir grameri de olmayabiliyor. O an, her şey yanıltıcı ve kontrolden çıkmış bir hal alabiliyor, sönmüş bir yanardağın patlayabilmesi gibi. Netice olarak hepsi bir süreç. Ben süreci her anlamda önemsiyorum. Sürecin kendisi başka bir şeyken üretim sahasındayken pozitif anlamda tedaviye yönelik bir seansa dönüşebiliyor. Her zaman aynı hatta gittiğini söyleyemem elbette. Netice olarak bir işe başladığımda tüm risklerle karşılaşarak kesmek ve o güne dair çalışmayı sonlandırarak sonucu deneyimlemek beni iyi hissettiriyor. En sevdiğiniz bir yemeği yemeye benzetiyorum. İşler her zaman iyi de gitmeyebiliyor. Malzemenin kendisi başka bir şey söylüyor, ben o zaman inatçı ya da durması gereken bir figür özelliğinde olabiliyorum. İşe eğer planlı ve programlı başlıyorsam, süreç malzemeyle beraber akıyorsa ya da nasıl bir formu çalışıyorsam orada sürecin nasıl başladığına, nasıl sonlanacağına -her ne kadar kendim karar versem de- malzemeyle beraber karar vereceğimiz bir derinlikte ve “an”da olabiliyoruz.
İŞ NEREDE BİTTİĞİNİ SÖYLER
Sonuç tahayyül ettiğim şeye yakınsa veyahut öyle sonuçlanıyorsa bir iş, kendisinin nerede bittiğini söyleyebiliyor. Buraya dahil olan şeyler ölçek, malzeme, düşünce formu, içerik, süreç hepsi harmanlanıyor. Kimisi çok baskın ve vurgulu olabiliyor. Anlamın derinliğinin altında bir öge yatabiliyor. Ölçek buralarda uyanıyor ve ne istediğini söyleyebiliyor. Aslında bahsetmeye çalıştığım deneyim burada önemli bir figür olarak duruyor. Çünkü her türden deneyimin ya da temasın bu noktalarda kuvvetli ve söz sahibi olduğunu düşünüyorum. Öte yandan süreç-sonuç ilişkisinde ortaya çıkan bir şeyin iyi olmadığı ya da rahatsız ediciliğini kendinde formel olarak gösterdiği vakit işi kırıyorum.
Metin Alper Kurt nerede üretiyor? Yaşamsal süreciniz, üretim sürecinizi nasıl etkiliyor?
Ankara’da yaşıyorum ve burada çalışıp üretiyorum. Buradaki dinamikler ile olan ilişkim göz önünde tutulduğunda izole olma ve atölyede üretme daha çok odağımda oluyor. Çok sıcak ve çok soğuk arası mevsim geçişleriyle üretme mevzusu bazen zor olsa da tüm bunlara rağmen üretmek enfes bir duygu. İyi bir fikir ve güdüyle atölyenin kapısını açmak bu koşulları unutturuyor. Çünkü yaz – kış, açık bir alanda çalışıyorum. Malzemenin ses, toz gibi özelliklerle hareket ettiğini düşünürsek kapalı bir alanda çalışmak imkansızlaşıyor. İfade olanaklarından yani üretmekten bahsediyorum… Bunu gerçekleştirmenin hazzı ve duygusu eşsiz. Yaşamsal süreç, halkanın merkezinde durduğundan dolayı varlığın kendisi ve süreç, olgular veya “şey”’lerle oldukça önemli paragraflara dönüşüyor. Bunları bir tortu gibi görüyorum. Her zaman aynı dinamiklerde olmak elbette zor. Eğer hepsini bir süzgeçten geçirebiliyorsanız o zaman üretmenin ayrı bir tadı, kıvamı oluyor.
ANKARA, ÇELİŞKİLİ BİR GÜVEN ALANI
Ankara’da yaşayan ve üreten bir sanatçı olarak öncelikle kendinizi kentte nerede konumlandırıyorsunuz?
Ankara’nın kendisi davetkar bir kapalılık sunuyor. Hep burada olmanın etkisi yer yer negatif bir hissiyat yaratsa da pozitif şeyler daha çok önde oluyor. Şehir – ben ikilisi karanlık bir hava sahasına benziyor. Bu da bir tür izole olmayı sağlıyor. Şehir, insanın tenini nasırlaştıran, aynı zamanda da taze kalmayı sağlayan çelişkili bir güven alanı yaratıyor. Buraya kadar negatif bir durumdan bahsetsem de içinde olduğum şehirde mutluyum diyebiliyorum. Şehrin hava durumuna bürünmek ve o kıyafeti almak bazen çok mümkün ve buna çok meyilli olabiliyorsunuz. Çünkü şehir sizi içine alıyor.
Sanatınızla kenti ilişkilendirdiğiniz noktalar neler?
Ankara benim için bir mutfak gibi… Üretim pratikleri içinde sanat ve düşünce alanları izole olmakla beraber iyi bir konumda duruyor. Taşla çalıştığımdan dolayı bu şehirle kendimi yontuyor gibi hissediyorum. Sert, kasvetli, soğuk, renkli – renksiz bir çerçeve var. Ancak bunlar az önce bahsettiğim üzere negatif anılabilir. Bu durum benim açımdan da tam anlamıyla sindirilmiş olarak gözükmüyor. Nötr kıvamlardaki pH dengeleri değişebiliyor. Netice olarak memur şehri olarak anılsa da beni besliyor ve üretmeye daha çok davet ediyor. Kümülatif olarak görülebilir. Bazen bu şehre alıştım desem de tam tersini de söyleyebiliyorum.
Başka bir kentte olsanız üretimleriniz şimdikilerden farklı özellikler taşır mıydı sizce? Kenti bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önceden başka bir şehirde olsaydım farklılık gösterirdi. Şimdi ise farklı olacağını düşünmeme olasılıklarını yaşıyorum. Keskin gibi görünse de ihtimaller doğrultusunda açık bir ip gözüküyor. Her şehrin getirisi ve sunduğu şeyler farklılık barındırıyor. Bunun için yaşamak gerek. Şehri anlamak, çözümlemek, keşmekeşliği tatmak, sorunlarla karşılaşmak, olay örgülerine bakmak gibi birçok şey var.
Polonya’da, Varşova’da da eğitim aldınız. Ankara ve Varşova arasında gözlemlediğiniz farklılıklar nelerdi?
2016-2017’de Polonya’nın başkenti Varşova’da yaşadım. Şehre uzak bir yerden merkeze doğru gittikçe yabancı bir kent gibi gelmemişti. Belki de havanın griliğinden, tetris oyununa benzeyen bazı formsuz yapılarından dolayı böyle hissetmiş olabilirim. Bunu Varşova’nın tamamı için söylemek yanlış olur. Çünkü merkezin de kendi içindeki nostaljisi, korunmuş yapıları ve kültürel değerleri var. Orada olmamın amacı Varşova Güzel Sanatlar Akademisiydi. Okulun üç ayrı yerdeki kampüsünü deneyimlemek oldukça keyifliydi. Heykel bölümünün nehrin kenarında olması da ayrıca bir hava yaratıyordu. Bir diğer heykel bölümünün kampüsü ise merkeze biraz uzaktı ve orası da oldukça keyifliydi. Buralardaki dolaşmalarla, etkileşimlerle okuldaki entelektüel havayı solumak bende epey bir veri oluşturmuştu. Onların sanata bakışları farklı bir derinlikteydi. Netice olarak her ülkenin sanata bakış açışı farklılık gösteriyor. Polonya’daki sosyal hayat, akademi, sanat, bunların birbirini desteklediklerini görmüştüm. Bunların altında geçmişteki değerlerin korunması, aktarılması, değer verilmesi iyi bir zemin oluşturmuş. Benim için özellikle sanatın onlarda merkezde durması zaten buraya göre büyük farklılık gösteriyordu.
GEÇMİŞ VE ŞİMDİKİ ZAMANIYLA KOMPAKT BİR YAPI
Ankara sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Mekanlar, aktörler üzerinden ele almamız gerekirse Ankara sanat ortamı neye karşılık geliyor? Bu konudaki fikirlerinizi öğrenmek isterim.
Ankara’nın entelektüel, süzülmüş birikim ve değerleri olduğu şüphesiz. Müzeleri, galerileri, alternatif sanat mekanları ve oluşumları şehrin zengin ve dinamik değerlerini gösteriyor. Ankara’nın geçmişine ve şimdiki zamanına bakıldığında kompakt bir yapı var. Bu yapı sanatın, sanatçının ve diğer alanlardaki diyalogların etkileşimiyle kümülatif değer yaratıyor. Ortak paydaş alanlardaki buluşmalar, çarpışmalar nabzı yüksek tutuyor. Sanatçılar için mutfak, dostane, birincil ve kolektif duygu etkileşimleri açısından önemli bir noktada duruyor. Sanat bireysel bir akstan ilerlerken bahsi geçen şeylerle şehir ile olan ilişki daha çok perçinleniyor.