Aralık2 , 2024

“Türkiye’de çizerler kendini ressam sanıyor!”

İlgili Yazılar

Çağdaş sanatta nefes alanı: K2 Güncel Sanat Merkezi

K2 Güncel Sanat Merkezi, Avrupa Birliğinden Mardin’e, Çanakkale’den Hatay’a...

“Çağdaş sanatı anlamak, eleştirel düşünme becerilerini geliştirir”

Sanat danışmanı, sanat yazarı, sergi küratörü ve sanat eğitmeni...

“Çağdaş sanatçı, toplumun teorisyenidir”

İran asıllı çağdaş minyatür sanatçısı Arya Kamalı, İzmir’de kendi...

Sinema dünyasının ortasında Kalkütalı bir komple sanatçı

Sinemayla dopdolu yirmili yaşlarım geri gelmese de eski...

Türkiye’de Çağdaş Sanat Müzeleri: Bir düşün gerçekleşmesi…

Osmanlı Dönemi’nden beri hayali kurulan modern-çağdaş sanat müzesi, Cumhuriyet...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Karikatür ve illüstrasyon sanatçısı Kutlukhan Perker, çini mürekkebi ve tarama ucu sanatının ülkemizdeki sayılı temsilcilerinden biri olarak biliniyor. New York merkezli Society of Illustrators’ın ilk Türk üyesi olan Perker ile 16 yaşında içine girdiği çizgi dünyasını, yurt içinde ve yurt dışındaki çalışmalarını konuştuk.

SÖYLEŞİ: ASLI ÖRNEK

Yazarımız Aslı Örnek, “Kutlukhan ağabeyi”i ile sanat hayatının en başından itibaren keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.

Ülkemizin tanınmış karikatür ve illüstrasyon sanatçılarından Kutlukhan Perker… Benim için Kutlukhan ağabey, zira senelerdir tanıyorum. Yine de aşağıda okuyacağınız söyleşiyi sizli bizli yapmayı uygun buldum. Kutlukhan Perker’i onu tanımayan birine nasıl anlatırım diye düşündüm. 16 yaşında içine dahil olduğu çizgi dünyasında hep belli bir istikrarda güzel işler yapanlardan, aynı zamanda da yayıncı Kutlukhan Perker. Çini mürekkebi ve tarama ucu sanatının ülkemizdeki az sayıdaki temsilcilerinden biri olarak sayılıyor. Kariyeri boyunca Fırt, Avni, Dıgıl, Hıbır, Leman ve Penguen gibi mizah dergilerinde karikatürleri yayımlandı. Bunun yanı sıra Sabah, Yeni Yüzyıl, Milliyet, Vatan, Star ve Radikal gazetelerinde çalıştı. Kariyerinin başlarında 1992 yılında müzik dergisi Rock Kazanı’nı, 1998 yılında çocuk çizgi roman dergisi Pilot’u yayımladı. Hep girişimci yanıyla da dikkat çekti. 2001 yılında ABD’ye yerleşti ve New York merkezli Society of Illustrators’ın ilk Türk üyesi oldu. Eserleri uluslararası basında birçok karikatüristin hayali olan The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post, The New Yorker, Mad Magazine, Heavy Metal ve The Progressive gibi yayınlarda yer aldı. 2016’da Yelda Cumalıoğlu ile birlikte KaraKarga Yayınlarını kuran Kutluhan Perker, halen Hürriyet gazetesinde günlük karikatürleri ve Ece karakterini çiziyor, T24 için de karikatürler yapan Kutlukhan Perker’le en baştan başladık, tavsiyelerini aldık, bambaşka konulardan konuştuk.

Kutlukhan Perker’in Brieflyart Galeride’ki “Happy Together” başlıklı sergisini, ünlü heykeltıraş Server Demirtaş da ziyaret etti.

İlk çiziminiz 16 yaşındayken, 1988’de yayımlanmış. Bir kişi kendisinde çizim yeteneği olduğunu o yaşta nasıl keşfeder?
Çizerlerin hemen hemen hepsinde hikaye aslında aynı oluyor. Profesyonelce başlama hikayesi farklı olabilir ama başlama yaşı erkendir genellikle. Futbolda da erken başlarsın zaten erken bitiyor, mafya olsan onda da erken başlaman lazım, geç başlayamazsın. Bir arkadaşım mafyadan bahsederken, “Bu işin okulu yok ve geç başlayamazsın” demişti. Hemen hemen her şeyde öyle… Bizimkinde de okul var ama yine geç başlayamazsın. Erken yaşta profesyonel olmak tabii ki benim için de şans ve avantaj oldu. Ama Türkiye’de benim tanıdığım bütün çizer arkadaşlarım da aşağı yukarı 17-18’de başlamıştır, 25-26 çok az var. Mesela; bir Bahadır Baruter geliyor aklıma geç başlayan. O vakitler mizah dergileri çok popüler olduğu için hayatımızda çok yer alıyordu. Güldür Güldür Show gibi bir şeydi Gırgır dergisi, o kadar biliniyordu. Orada yer alan bir skeç, ertesi gün çok konuşuluyordu. Dolayısıyla o işe giren biri de hemen biliniyor ve tanınıyordu. O dönem çizer olmak, Gırgır’a girmek olarak tanımlanıyordu. Nokta atışı hedefler vardı. Şimdi mesela günümüz koşullarında “Ben çizer oldum” desen, 16-17 yaşında çizer olmanın ispatı nasıl olacak? Profesyonel olmak diye bir şey yok! Bir reklam ajansı bana iş verdi, çizdim ve profesyonel oldum diye mi kabul ediyoruz? Orada bir kadroya alınma, seçilme vardı.

Eskilerde bu daha da önemliydi…
Evet, alıyorlar ve kabul ediyorlar. Çırak olarak başlıyor ve bütün aşamalarından geçiyorsun.

Siz gittiniz dergiye, değil mi?
Karikatürlerini, yazılarını nasıl bir gazeteci olarak gönderirsen dergilere, o zaman da öyle gönderiyorlardı. Gırgır dergisinden Oğuz Aral’ın pazartesi günleri genç çizerlere seans yaptığı bir saati vardı. Burada beğendiği çizerleri devam ettirir, beğenmediklerini bayağı kovar, “Benim vaktimi harcama” derdi; sert bir editördü ama haklıydı. Çok büyük bir yayını yönetiyordu. Profesyonel bir iş yapılıyordu, koskoca bir yayın grubu. En çok satan Fırt, Gırgır, bir de Laklak’ı yapıyorlar. Günaydın’ın trajı 1,5 milyona falan çıkıyor. Ben de pazartesi günleri karikatürlerin gönderildiğini öğrendim. Teyzelerim beni götürdü. Sonra her hafta gitmeye başladım. Bir iki sene sonra kadrolu oldum.

Sanatçının “Happy Together” başlıklı serisinden üç adet eseri puzzle formunda Brieflyart Galeride, sanatseverlrle buluştu.

Teyzeleriniz keşfetmiş…
Keşfetmemelerine imkan yok ki, ben her gördüğüm yere bir şey çiziyordum, her yerde yayımlanıyordu. Keşfetme değil de mesele, onların inisiyatif almasıydı.
Sonra kadroya alınma süreci, çizimlerin beğenilmesi devam etmiş ama sizinki sadece gazetelere çizerlik değil, çıkardığınız yayınlar da var.
Ben başladığım andan itibaren girişimci kişiliğimle de birlikte yayıncılık hayatım da başladı. 16 yaşında ilk karikatürüm yayımlandı, 17 yaşında profesyonel oldum. 18 yaşında da Sabah gazetesi için Özgür Yici’yle birlikte ilk dergim Rock Kazanı’nı çıkardım. 2016 yılına yayınevi kurana kadar da zaten hep bir şeyler çıkardım; Rock Kazanı’ndan tut, Harakiri’ye, tamamen kendi yazıp çizdiğim Türk Mucizesi’ne kadar bir sürü şey yaptım. Bir de teşkilatçı bir kişiliğim olduğu için şunu yapalım, bunu yapalım diyordum.

Hepsi kabul olmuş gibi duruyor anladığım…
Olmuyordu, hayır. Çocuk dergisi teklif etmiştim Sabah gazetesi için kabul edildi; Özgür, yazar olarak dahil olmuştu, birlikte yapıyorduk. Yabancı yayıncıların dikkatini çekti derken, rahmetli Ercan Arıklı “Bir şey daha yapın” dedi. Bir şey daha yaptık, o sırada kim bilir ne krizi koptuysa bu sefer her şeyi durdurdular. Çünkü hayat bir taraftan ilerliyor ve birtakım engellerle karşılaşılabiliyor. Şu an KaraKarga Yayınları ile çizerliği bir arada götürüyorum. Bu benim için çok doğal bir şey, böyle öykünme, bir rol model.
Çizerlerin birçoğu anladığım kadarıyla sadece çizerlikle ilgileniyor, yayıncılıkla pek ilgilenmiyor, çizer olarak kalmak istiyorlar. Sizse hem çizer hem de yayıncılığı aynı anda yürütüyorsunuz.
O biraz şöyle; karakterle alakalı bir şey. O benim çocukluğumdan gelen bir şey. Okul için bir şey yapardım. Çok küçük yaşta futbol takımı kurar, arkadaşlarıma formalar aldırırdım, mahallede kaleler yaptırırdım.

Sanatçının Brieflyart Galerideki “Happy Together” başlıklı sergisinden eserler.

HERKES DİZİ YAPMAK İSTİYOR

Bu girişimcilik babadan mı? Bildiğim kadarıyla babanız da iş adamı. Onun iş adamı olmasının da katkısı büyük, bir yandan da karışmamış çizer olmanıza…
Hayır, karışmadı, destekledi. Karadenizli bir ailenin çocuğu olarak her yaz, ilkokul bire başlayana kadar da her gün babamın iş yerine gittim, orada durup geldim; okul yokken her hafta sonu da gittim. Dergide çizmeye başladığım zaman bile benim doğal görevimmiş gibiydi bazı şeyler. Bilmem nereye git, bilmem neyi ver; bilmem nereden para al, şuraya götür. Doğal şeylerdi benim için. Çizer olduktan sonra bile ben bunu yapıyordum. Bunun mutlaka bir etkisi olmuştur. Babam tekstilciydi ama o alanlara hiç girmedim. Yayıncılık, çizerlik ve dergicilikte inisiyatif alıp geliştirdim, ilerleyen yıllarda da bu kapasitede uyum sağlayabilen bir arkadaşım olduğu için Özgür ile birlikte çok erken yaşta bir sürü şey yapmaya başladık. Ben hem çizerliği hem de diğer işler yapma eğilimimi sürdürdüm. Ama orada da şöyle bir şey vardı; bir hedefim oluşuyordu ve onun üzerine gidiyordum. Her zaman öyle bir şeyleri görüp heyecanlanan insanlar vardır ya, biz onlara maymun iştahlı diyoruz. Çevre şartları ya da günün koşulları seni dikte ediyor yapmaya, mesela Türklerde en çok olan şey, dizi seyredip “Ben de dizi yapacağım” düşüncesi…. Şimdi benim dizi olarak yaptığım, çizgi hikayelerim olduğu halde Hürriyet’te yayımlanan Ece gibi, hiçbir zaman dizi yapacağım gibi bir isteğim olmadı.

Sanatçının Brieflyart Galerideki “Happy Together” başlıklı sergisinden eserler.

Çoğu insan bu şekilde hayaller kurup olmayınca vazgeçiyor. “Kendi heyecanınız olsun, onun üzerine gidin. İlla onun popüler olmasına gerek yok!” diyorsunuz anladığım kadarıyla…
Aynen öyle. Bir şey dikte ediliyor sana, sen de “Ben de yapayım” diyorsun. Bu benim tarzım değil. Bu iyi özelliklerimden bir tanesi. Bilinçli yapmadığım, doğal yollarla olan bir şey bu.

Ama bu da kendinizi tanımakla alakalı…
Şimdi öyle diyebiliriz, geriye dönüp baktığımda iyi özelliklerimden biri olduğunu düşünüyorum. Şunu da önemsiyorum ben ama bunu küçük yaşta ayırt etmiştim, o da şu: “Türkiye’deki bütün çizerler kendilerini ressam zannediyorlar.” Çiziyorsan ‘Ressamsın” oluyor. Yok öyle bir şey! Karikatüristlik, illüstratörlük, ressamlık apayrı şeyler. Çizerliği Amerikalının deyimiyle illüstratör olarak tanımlayalım. İllüstratör, illüstrasyon yapar, çizgi roman yapana da illüstratör denir, çizerlik yani. İkisi birbirinden farklı, artistik ve vizyon olarak. Ayrıca şöyle bir teknik farkı da var; ressam bir şeyi yapmaya başladığında satıp satmayacağını bilmez. İki, ne zaman biteceğini bilmez. Tuvalinin ölçüsü vardır ama ölçüsünü de bilmez. İllüstratör, Türkiye’deki tanımıyla çizer, öyle değil. Ne kadar para alacağını, ne zaman biteceğini, ölçüsünü bilir. Temel anlamda birbirlerinden farklılar onun dışında bir de donanım kısmı var. Çizerler genellikle eleştirel ve ironik yaklaşır; ressamlar öyle değil. Ressam en klasik haliyle çiçeğin ya da renklerin heyecanına kapılır, çizer öyle değil; parodisinin peşindedir. Plastik sanatlarda faaliyet gösteren insanlarsa her şeyi ciddiye alıyor. Kocaman ölçülerde çalışıyor ve çok önemsiyorlar. Çizerler de kendilerini ressam gibi gördükleri için aynı zamanda da senarist zannederler. Bir de öykü yazdığımız için herkes kendisini senarist sanır ve eş değer görür. Bütün çizerler Nuri Bilge Ceylan’ı eleştirebilir, eleştirirken de öyle bir filmografisi varmış gibi o rahatlıkla eleştirir. Şimdi biz çiziyoruz ya, kareleme yapıyoruz, eşitlendik, yok böyle bir şey! Türkiye’deki yönetmenler de Nuri Bilge Ceylan’la eşitlenemez durumda. Adam, başka bir galaksiye geçti. Bunu da ayırt etmekten yanayım ben. İyi yapabildiğim konulardan biri bunları ayırt etmekti başta. Doğal olarak gelen şey de; öyle saçma heyecanlarım olmadı. İşimle alakalı heyecanlar oluyor ve o girişimlerde de bulunuyorum.

BURAYI VE İŞİMİ SEVİYORUM

Sanatçının en kişisel hikayelerinin mevcut olduğu çizgi öykü kitabı ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’

İşle ilgili cesaret ve özgüven demişken 2001’de yurt dışı maceranız başladı. Orada çok önemli gazetelerde çizer olarak çalıştınız. Oranın çizer komitesi denebilecek bir yere üye oldunuz ve sonrasında buraya dönüş hikayeniz var. Bu nasıl oldu? Yurt dışından yeniden Türkiye’ye dönüş zor olmadı mı?
Olmadı çünkü hâlâ yurt dışına iş yapıyorum. Ben buradaki ortamı, arkadaşlarımı, çevremi çok seviyorum. Çok küçük yaşta dahil olduğum için de şanslıyım, çok da tatmin edici bir arkadaş çevresi içindeyim. Çok küçük yaşta aralarına girdim, Türk entelijansiyasından birçok insanın yanında büyüdüm diyebilirim. Küçükken öyle olduğunu bilmiyordum ama bu büyük bir avantaj. 16 yaşında Galip Tekin’in bir hafta önce çizdiklerine hayran hayran bakarken bir hafta sonra yanında dergide sabahlamaya başladım. Derken Oğuz Aral’ın dahil olması, başka yazarların da kadroda yer alması çok önemliydi. Mesela Oğuz Aral işten çıkarken “Müşfik’le provam var” diyordu. Oğuz Aral aynı zamanda bir tiyatro yönetmeniydi, Müşfik Kenter’in de oyunlarının yönetmenliğini yapıyordu, o sözleri, o lafları duymak çok başkaydı. O çevrenin içinde oluşmaya başlıyorsun ki, bu çok besleyici bir şey. Bunu çok özlüyor ve dönmeyi çok istiyordum. Bir de artık yurt dışında iş yapabilme imkanı oluşmuştu. Çünkü artık kolaylıkla iş gönderebilir hale geldik, burada mısın, orada mısın fark etmiyordu. O şartlar oluştuğu anda da döndüm ben.

2001’de oraya taşınmak cesaret isteyen bir şey değil mi?
Hep yurt dışında çizebilmek hayaliyle yaşıyordum. Yapabilirim, ben de böyle çizebilirim diyordum. Burada çizdiğinde bir tek buradakiler biliyor, orada çizdiğindeyse herkes biliyor. Gençken olması gereken bir hırs, bir şey yapabilme hissi. Ben konuya sporcu gibi yaklaşıyor, handikap olduğunu da düşünmüyorum. Bir şeye ulaşabilmek, bir şeyi başarabilmek, sayfalarca çizmek, kitabı bitirebilmek, belki sporcu geçmişim de olduğu için ya da böyle tanımlamak kolay geldiği için öyle tanımlıyorum ama bunun zararını görmedim, tek zararı sporcu olduğun zaman sana madalya veriyorlar. Kötü oynasan bile 3-0 ise skor yenmiş oluyorsun ya, çizerlikte öyle bir şey yok; çok güzel bir şey çiziyorsun, bekliyorsun. 5 sene sonra biri diyor ki, şöyle bir karikatür çizmiştin, ne güzeldi ya… Sen futbol oynuyorsun, gol atıyorsun, beş sene sonra sokakta yürürken biri cama çıkıyor ve gol diye bağırıyor gibi bir şey bu durum. O geri dönüşü alamayacağını kabul edip barış imzaladıktan sonra o geri dönüş yayılıyor hayata. Onunla barış imzaladıktan sonra, egodan bahsediyorum burada, rahatlama da sağlıyor. Ama ben işi becerebilme olarak bir sporcu gibi yaklaştım hep, işi yaparken ki artistliğe sadık kalmak ve saygılı olmaktan bahsetmiyorum, bir şey yapabilme becerisinden bahsediyorum. Bir iş için sabahlara kadar çalışmaksa çalışırım, uykusuz kalırım, ertesi gün sabah 6’ya toplantı koy, fıstık gibi de katılırım. Bunların hepsi uzun vadede bana olumlu olarak geri döndü. Olumsuz tarafı psikolojimle alakalı olabilirdi; onu da erken yaşlarda anladım. Sen tatmin oluyorsan eğer o zaman tamam, onun dışında başka bir şey çok önemli değil. Bir de sen tanıyorsun yıllardır, öyle artistlik tarafım pek yok! Alçak gönüllü olarak tanımlanırım, çünkü yaptığım şeyler bana çok natürel olarak geldi ve devam ettim. Onun pozunu atma kısmını bilmem. Sadece popüler oldu, ben de yapayım diye başka başka işlere de girmem, ilgimi de çekmez. O yüzden rayında giden çizdiğim bir yol var ve kendi kendine o halen çizilmeye devam ediyor.

Willov Wilson’un ABD’de yayımlanan aylık çizgi roman serisi olan “Air”, sanatçının bir çizer olarak en çok heyecanlandığı işlerden.

New York Times’a iş götürme süreciniz nasıl oldu?
İşimle ilgili insanlarla tanıştım, randevu aldım, burada olduğu gibi işlerimi aldım ve gösterdim. Gırgır’a gittiğim gibi iş alıp gösterdim New York Times’a ve öyle başladım. Başladığımda e-maille göndermemi söylediler, ben elden getirsem olur mu dedim, New York’ta oturduğum için. Olur dediler, bir iki sene elden götürdüm, benim elden götürdüklerimi postalayıp geri gönderirlerdi. Sonra, “Böyle zorlamıyor musun?“ diye sordular, bir noktadan sonra ben de alıştım ve e-maille göndermeye başladım. İşimle ilgili gelişmelere tabii ki uyum sağlıyorum ama Netflix’e şunu sunayım gibi bir derdim yok! Bu da beni aşırı rahatlatan bir şey! Bakıyorum, şimdi bir sürü edebiyatçıya, bir şey yapmaya çalışıyorlar, bana da garip geliyor.

İNSANLAR YÜZLERİ TANINSIN İSTİYOR

 

Herkesin beklentisi çok yüksek ve olmayınca da üzülüyorlar…
İnsanların kendini gösterme dönemi başladı. Yüzlerinin tanınmasını istiyorlar. Bir de son 30 yıldır Cem’den (Yılmaz) sonra başladı, bütün çizerler kendilerini stand-up’çı sanıyor, hepsi de stand-up yapıyor. Dergiden hatırlıyorum, herkese gülmüyor, Cem konuştuğunda yerlere yatıyorduk. Özgür’le Kemancı’da barda duruyorduk, yıl ‘92-93 falandı. Cem o zaman Leman’ın yeni çizerlerindendi, Erdil’le (Yaşaroğlu) geldiler yanımızda konuşmaya başladıklarında biz Özgür’le bara zor tutunuyorduk. O zaman stand-up’çı olmak gibi bir durum yoktu, ama çok komikti. Bir çizer stand-up’çı oldu diye bütün çizerler de stand-up’çı olmak zorunda mı ben anlamadım. Bütün çizer arkadaşlarımız gruplar halinde sahneye çıkıyor. Çok farklı konular bunlar ve bana tuhaf geliyor. Herkes kendini ressam, stand-up’çı ya da yönetmen sanıyor ya, çok yakınından bir stand-up’çı çıkınca, neden ben yapmayayım, diye düşünüyor. Bir sürü arkadaşımız çıktı, stand-up yaptı, dökülüyorlar.

Peki, stand-up teklifi geldi mi size?
Gelmedi ama bana program teklifi geldi. En son bir tane tek kişilik oyun teklifi geldi, asla kabul etmem. Çok eskiden de olurdu, ben eskiden, gençken yakışıklıydım. Şimdi bakılabilir bir yüze sahibim, o zaman daha bakılabilir bir yüze sahiptim. Ercan Arıklı beni model olarak kullanmak ister, dizilerde oynatalım derdi. Bir kere de dergide model olarak yer almıştım, bir kadın mankenle birlikte. O zaman sükse yapmıştı, 24-25 yaşlarındaydım.