Fauve ustası Matisse’in tuvallerine yansıyan bu odalardaki karmaşık desenli kumaşlar, duvar kağıtları, seramikler, zeminler ve halılar parlak renkleriyle adeta canlanıyorlar.
Nasıl, güzel bir roman okurken ya da iyi bir film seyrederken kendimi o dünyanın içinde hissederek mutlu oluyorsam bazı resimlerin de içine girip orada yaşamak istiyorum.
Özellikle de Henri Matisse’in Nice yıllarında, çoğunlukla deniz manzaralı ve balkonlu odalarda resmettiği kadınlı tablolarının. Hatta her bir odayı, mümkünse yine deniz manzaralı evler bulup onun renk ve desen kullanımından ilham alarak oluşturmak istiyorum.
Neden mi? Çünkü sayısız çarpıcı iç mekanı resmeden Fauve ustası Matisse’in tuvallerindeki bu odalardaki karmaşık desenli kumaşlar, duvar kağıtları, seramikler, zeminler ve halılar parlak renkleriyle adeta canlanıyorlar ve beni oraya çağırıyorlar. O kumaşlara dokunmak, panjurların arasından süzülen güneş ışığında uyumak, denizden gelen esintinin kokusunu hissetmek istiyorum.
Bu resimler en çok ne olmadıklarıyla bilinirler. Matisse’in günümüzde en çığır açan eserleri olarak kabul edilen, modernizmin ilk algılarıyla uğraştığı 1907 ve 1917 arasındaki dönem çalışmalarının hemen ardından yapılmışlar.
Yıllarca sevdiği resim geleneklerini geride bırakmış ve bitkin düşen Matisse, Ekim 1917’de güneyde bir kış için Paris’ten ayrılır ve sakin sahil kasabası Nice’e gelir. Daha önce bu tür iyileşme gezileri yapmış olsa da, bu farklı olur; Nice’e ilk ziyaretidir ve kalış süresi haftalara, derken aylara uzar.
“Burada kendimi tamamen yabancı hissediyorum” diye yazar daha sonra. Coğrafi izolasyon, Birinci Dünya Savaşı’nın kaosundan bir sığınak sağlarken kasabanın benzersiz varlığı – Akdeniz’in “yumuşak” ışığı ve havası, ikamet ettiği Hotel Beau-Rivage onu çok memnun eder. “Sahte, saçma, harika, lezzetli” diye tanımlar Nice’i ve hayatının geri kalanını, çoğunlukla yalnız ve ailesinden uzakta, resim yaparak burada geçirir.
Hayal gücüm Matisse’in birkaç fırça darbesiyle ipuçlarını verdiği desenleri, detayları tamamlayabiliyor. Asıl önemlisi sanatçının o tablolarda resmettiği ruh halleri o kadar kolaylıkla geçiyor ki bana.
Hiç zorlanmadan o odalardaki kadınlardan biri olabiliyorum, onların hikayelerini yazıyorum hatta. Kendisi de bunu şöyle belirtmiş zaten “Ben tam anlamıyla o masayı değil, bende yarattığı duyguyu resmediyorum.”
Bu ince perdelerin, açık pencerelerin ardındaki deniz manzaralı odalarda oturan, uyuyan, kitap okuyan yani gündelik hallerinde ve biraz da rehavet içindeki kadınların dünyasına girmek, belki de onlardan biri olma hayalinin bana kendimi iyi hissettirdiği şüphesiz. Özellikle de üzerimize çöken ağırlığın bize sürekli daha huzurlu diyarlara kaçma isteği uyandırdığı bu tuhaf zamanlarda.
Bu tablolarda beni heyecanlandıran bir diğer unsur da Matisse’in dekorasyonun çeşitli elemanlarının detaylarına verdiği önem. Mesela süs desenleri genellikle ayrıntılı ve illüzyonist bir şekilde işleniyor ki bu da içinde bulundukları mekanları canlandırıp ressamın yaratmak istediği ruh halini etkili bir biçimde anlatmasını sağlıyor.
1910’da Münih’teki “Muhammed Sanatının Başyapıtları” adlı sergisine defalarca yaptığı ziyaretlerde ortaya çıkan İslam sanatını keşfi, Matisse’in Granada’daki Elhamra’yı ve Córdoba Ulu Camii’ni ziyaret ederek güney İspanya’ya uzun bir gezi yapması için ona ilham vermiş. İşte sanatçı, özellikle farklı desenlerin örtüşerek yan yana geldiğinde, desenli yüzeylerin mekan duygusu yaratma gücü olduğunu burada fark etmeye başlamış.
Bir yandan da ona yaratıcı ilham kaynağı olabilecek, geçmiş deneyimleri hatırlatan, başka kültürlerin resimsel dillerini ve biçimsel araçlarını temsil eden çeşitli nesneler edinmiş. Bunlar tütün kavanozu gibi mütevazı ev eşyalarından Afrika, Okyanusya maskeleri ve Tahiti, Fas kumaşları gibi daha egzotik nesnelere kadar çeşitlilik göstermişler. Bu eserlerin çoğu, onun resimlerinde defalarca görülür. Bazen başrolde bazen arka planda çeşitli roller üstlenirler. Topladığı nesnelerden biri mesela, çeşitli resimlerinde kullandığı yeşil cam Endülüs vazosu. 1924 yapımı Vase of Flowers in Front of the Window’da (Pencerenin Önündeki Vazo), iki sapı ile adeta elleri belinde insansı bir görünüme bürünerek, evin bir köşesinin merkezinde durur. Arka planda ise hepsi son derece düzleştirilmiş bir kompozisyonda eşit ağırlığa sahip gibi görünen, bir dizi yan yana yerleştirilmiş desenler ve bir pencereden görünen deniz manzarası var.
Konu olarak kullanılmadıklarında da, Matisse’in yaratıcı dünyasını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu sürekli değişen ev ortamının bir parçası olarak yerlerini almışlar. Tüm bunlardan nasıl bir dekorasyon anlayışı çıkar peki? Koltuklarda, örtülerde, yastıklarda farklı ölçeklerde desenlerin karıştırılarak kullanıldığı, yatak odası duvarlarının mavi, salonun bir duvarının kırmızı olduğu, sehpalardan mevsim çiçekleriyle dolu etnik vazoların, yemek masasından meyve dolu seramik çanakların eksik olmadığı, rengarenk huzurlu bir enerjinin dolandığı deniz manzaralı aydınlık bir ev hayal edilebilir pekala:
“Hayal ettiğim şey, rahatsız edici ya da iç karartıcı konulardan yoksun bir denge, saflık ve dinginlik sanatı, her akıl işçisi için, iş adamı ve edebiyatçı için olabilecek bir sanat, örneğin yatıştırıcı, zihin üzerinde sakinleştirici bir etki, fiziksel yorgunluktan rahatlama sağlayan iyi bir koltuk gibi bir şey. “
Hayal dünyamız ne kadar zenginse ruhumuzu beslememiz de o denli kolay olur. Bu da beklenmedik durumlarla daha kolay baş edebilmemizi sağlar. Kitaplar, filmler, resimler… Sanatın bizi karanlıktan çıkartacak en sağlam ve güzel yol olduğu su götürmez bir gerçek.