Çağdaş müzik tekniklerini ustalıkla kullanan bir besteci olan İlhan Usmanbaş, çağına ve bu çağın yeniliklerine açık yüzüyle öne çıkıyor. 1921’de Ayvalık’ta doğan, ülkemizin köklü eğitim kurumlarında edindiği müzikal temelin üzerine çağdaş sanat heyecanıyla kendini inşa eden Usmanbaş, Türkiye’nin kültür hayatını zenginleştiren adımların da mimarları arasında…
Bir besteci olarak çağına ve çağının getirdiği yeniliklere açık olmak… Sürdürülmesi son derece yoğun bir gayreti ve ilgiyi içinde barındıran bu yönelim, İlhan Usmanbaş’ın hayata ve mesleğine bakışında öyle merkezde konumlanır ki onu anlatan neredeyse her ifade, bu özelliğiyle kendini ister istemez öne çıkarır. Çağının getirdiklerini takip etme şevki, sadece onun entelektüel donamını ve bestecilik anlayışını şekillendirmekle kalmaz, bir eğitmen olarak öğrencilerinin yeni bestecileri, yeni eserleri tanımalarına ve dünyada o sıralarda gelişmekte olan çağdaş sanat ortamına heyecan duymalarına da vesile olur. Yurt dışından getirdiği plaklar aracılığıyla o zamana dek duyulmadık bestecilerin eserlerini, partisyon (nota) üzerinde analizler yaparak dinleme olanağı sunduğu ev buluşmaları, bu sohbetlere katılanlar tarafından halen son derece ufuk açıcı niteliğiyle anılır. Filiz Ali’nin hem Bülent Arel hem de Usmanbaş için kullandığı, “hayatının penceresini açan insanlar”1 sözü, sadece mesleğine ve öğretmeye değil, onun, hayatı paylaşmaya da ne kadar açık olduğunu anlayabilmek adına son derece anlamlıdır.
Çizgiden ayrılmak
1921 doğumlu İlhan Usmanbaş’ın çocukluğu, Ayvalık’ın kültürel zenginliğinin içinde, deniz kenarında olmanın tadını çıkararak, limana yanaşan vapurların, zeytinyağı fabrikasından ya da çeşitli imalathanelerden gelen makinelerin seslerine kulak kabartarak geçer. Dikkatini çeken sesler, yeni fikirler, o an yaşanmakta olan, daima odağında yer alır. Bu nedenle olacak ki “geçmişe bakmaktan çok hemen bugün yapılan ve sizinle aynı saatlerde aynı şeyleri düşünen insanların neler yaptığını görmek”2 ona hep daha ilginç görünmüştür. Bir fabrikanın içindeki mekanik ses ortamı ve makineler arasındaki iş bölümü, büyük bir orkestrayla benzer bir yapılanmayı andırır onda. Belki de bu sebeple yakın gelmiştir bu sesler ona. Ağabeyi Orhan, o dönem Darülelhanda ve Galatasaray Lisesinde dersler veren, kardeşiyle Türk müziği ortamına önemli katkılar sağlamış Seyfettin Asal’ın keman öğrencisidir. Babasının getirdiği klasik müzik plakları, ağabeyinin ona hediye ettiği viyolonsel, İstanbul’a geldiklerinde ilk kez dinlediği bir orkestra konseri gibi müzikle doğrudan yakınlık kurma olanakları bulur. 1936’dan itibaren Galatasaray Lisesinde geçirdiği yıllar, bu yakınlığın yıllar sürecek bir arkadaşlığa dönüşmesini belirleyen önemli bir zaman dilimi olur. Galatasaray’ın atmosferi, piyano çalan matematik öğretmeniyle müzik üzerinden kurduğu konuşma muhataplığı, aslında mühendis olma arzusu taşıyan Usmanbaş’ı etkiler. Fırsat bulduğu her an viyolonsel çalışır. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul Belediye Konservatuvarına kaydını yaptırır. İstanbul’un o zamanlarki önemli müzisyenlerinden Muhittin Sadak, Sezai Asal, Seyfettin Asal ve Cemal Reşit Rey öğretmenleri olur. Diğer sanat alanlarıyla da yakınlık kurmaya yönelik bir merak taşır. Galatasaray Lisesinden arkadaşı Turgut Cansever’in yontu çalışmalarını izler, o dönem İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Müdürü olan, aynı zamanda ressam ve neyzen Halil Dikmen’in sohbetlerine katılır.
1942 yılında Ankara’ya taşınır. Besteci olmaya karar vermiş 21 yaşında bir genç olarak Ankara Devlet Konservatuvarında ilk kuşak Türk bestecilerinin öğrencisi olur. Hasan Ferit Alnar’dan armoni ve kontrpuan, Necil Kazım Akses, Ahmet Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin’den kompozisyon dersleri alır. Sıklıkla “Türk Beşleri” olarak anılan, 1904 – 1908 yılları arasında doğmuş bu bestecilerin her biri, müzik tahsilini Avrupa’da yapar. Bu bakımdan sanatsal açıdan Avrupa’daki devinimlerden haberdardırlar. Ancak dönemin ruhu ve koşulları gereği yapıtlarını, Cumhuriyet’in kültür politikalarının biçimlendirdiği yeni bir toplum anlayışının, yeni bir sanat yapılanmasının inşa edildiği bir düzlemde verirler. Sınırlı fakat tanımlayıcı bir ifadeyle, yerel kaynaklardan beslenen müzikal malzemenin, Batı’nın çokseslilik tekniğiyle işlenmesini odağına alan kompozisyon anlayışları, dönemin politik ikliminin bir sonucu olarak öğretim yöntemlerine de yansır. Kimi öğrencileri Cumhuriyet’in müzik ülküsü etrafında şekillenen bu bakışın dışına çıkmak, çizgiden ayrılmak isteyecekler ve böylelikle ikinci kuşak Türk bestecileri olarak farklı bir üretim anlayışına yöneleceklerdi. Usmanbaş’ın müzikal üretimi, bunun tezahürlerinden biriydi. Usmanbaş, o zamanki düşüncelerini şöyle aktarır:
“Bizim kuşakta folklor etkilerini doğrudan doğruya aktarmaya karşı çıkan bir eğilim vardı (hiç değilse bende). Bu yüzden Türk Beşleri’nin bir oranda soyut sayılabilecek yaratılarına doğru gidiyorduk. Örneğin Köçekçeler yerine Erkin’in Piyano’lu Beşil’i; Saygun’un Yunus Emre’si yerine İki Klarinet için Sezişler’i; Akses’in Minyatürler’i yerine Antigone, Kral Oidipus sahne müzikleri… Bu belki kaçınılmaz bir tepki idi. Bizden önceki kuşak doğa modellerine çok fazla yönelmişti. Bizim kuşak neoklasik anlayışın biçimsel yönüne sığınmıştı.”
ZUCKMAYER ETKİSİ
Usmanbaş’ın yapıtlarında elbette yerel anlatım öğeleriyle karşılaşırız. Yapıtları hakkında verdiği bilgilerde kendisi de bunlardan bahseder. Fakat zamanla ilgisi ve cesareti, başka müzikal düzlemleri keşfetmeye ve deneyimlemeye yönelir. Bunda hem kendisinin hem de yakın arkadaşı Bülent Arel’in öğretmenleri olan Eduard Zuckmayer ve Lico Amar’ın çağdaş müziğe bakışının da etkisi vardır. Bu isimler, 1930’ların sonuna doğru Hitler Almanyası’ndan kaçarak Ankara Devlet Konservatuvarında görev almış değerli bilim ve sanat insanlarından birkaçıdır. “Zuckmayer, Türkiye’ye gelmeden önce Almanya’da Hitler’in karşı olduğu çağdaş akımların içinden yetişmiş biridir. Donaueschingen’deki ilk çağdaş müzik festivalinde çalmıştır.”3 Farklı bir ses dünyasına yönelme, daha deneysel birtakım yollar arama isteği, o dönem dünyada yaşanan değişikliklerle de ilişkilidir. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren sanayi kapitalizminin yerini finans kapitalizmine bırakmasıyla gelişen süreç, müzikte burjuva estetiğinin çözülmesini beraberinde getirir. Arkasından gelen iki dünya savaşı, 20. yüzyılda bu estetiği yerle bir edecek yepyeni sanat anlayışlarının doğuşuna yol açar. Pek çok değer yargısının yenileriyle yer değiştirdiği, bağlamlarının yeni şekillerde kurulduğu bir estetiktir bu. Müzikte bu yeni yapılanma yeni klasikçilik, on iki ses tekniği, diziselcilik, raslamsallık, grafik notasyon, açık biçim/açık yapıt gibi bambaşka düzlemlerde kendini gösterir. Bu anlamda çağdaş müzik konumunu, yüzyıllardır devam eden çizgiden ayrılarak belirler. Usmanbaş, bestecilik döneminde tüm bu ilgi alanlarına yönelik yapıtlar verir. Çünkü hem çağdaş müziğin önemli dönüşümlerine tanık olmuş hem de merakı itibarıyla bu dönüşümleri kendi müzikal üretimine yansıtma arzusu taşımıştır.
20. yüzyıl, dünyanın giderek birbiriyle daha çok etkileşim içine girdiği, sanatsal anlamda Avrupa’nın 18 ve 19. yüzyıldaki merkez olma halinin belirsizleştiği ve Amerika’nın öne çıktığı bir süreç olur. Usmanbaş 1954 yılında bir kongre için İtalya’ya gider; müzisyen ve besteci Luigi Dallapiccola ve İtalyan avangard müziğinin önemli temsilcilerinden besteci ve kuramcı Luciano Berio’yu ziyaret eder. 1950’li yılların sonuna doğru kazandığı Rockefeller Bursu ile iki defa Amerika’ya giden, çağdaş müzik dünyasının New York gibi bir merkezinde yaşamış ve oradaki besteci ve yorumcularla yakınlaşma imkanı bulmuş olan Usmanbaş, müzikal üretimini 1950’li ve ‘60’lı yıllarda bir bakıma dünyayla eş zamanlı hale getirmiş olur. Bu durum, yeni kompozisyonel yaklaşımları Türkiye’ye tanıtmasına da olanak sağlar. Amerika’da verdikleri konserlerde soprano Atifet Usmanbaş, eşinin eserlerini seslendirir.
1950’ler: Ankara’da sanat ortamı
1950’li yıllar, Türkiye’de siyasal değişimin de önemli yıllarıdır. 1946 seçimleriyle yavaş yavaş görünürleşen değişim, çok partili sisteme geçiş, siyasal konuşmaların değiştiği, bir bakıma tartışma ortamını görece özgürlükçü bir yere çeken bir süreç olur. “Doğal olarak bu değişim resmi kültür siyasetinin egemenliğine de son verecek, müzikten mimarlığa, plastik sanatlardan karikatüre, edebiyata uzanan ve ‘Elliler Modernizmi’ olarak adlandırabileceğimiz yeni bir dönem başlayacaktır.”4 O dönemi Usmanbaş şöyle anlatır:
“50’ler aynı zamanda dışarıyla olan ilişkilerin daha öne çıktığı bir dönemdi. Özellikle, o zaman yabancı kültür merkezleri, İngiliz – Türk Kültür Merkezi, Türk – Amerikan Kültür Merkezi, onlardaki kitaplıklar, bu kütüphanelere yeni gelmiş olan kitaplar, bunları izleme imkanları, özellikle plaklar vs. büyük bir ilişki imkanı sağlıyordu.”5
Dönemin Ankara’sı bir yanıyla sanattaki bu değişime bir mekan yaratmış olur. Böyle bir ortamda çağın getirdiği değişimlerden esinlenen ve taşıdıkları ortak heyecandan beslenen bir grup genç, 1953’te Helikon isminde bir dernek kurar. Yunan mitolojisinde farklı sanat alanlarına ilham kaynağı olan “Mousa” adındaki esin perilerinin ve Apollon’un yaşadığına inanılan dağın adıdır Helikon. Atölye ve resim derslerinin yapıldığı, konferansların verildiği, konserlerin gerçekleştirildiği bir yerdir burası. Derneğin kurucuları arasında Atifet ve İlhan Usmanbaş, Rahşan ve Bülent Ecevit, Zerrin ve Rasin Arsebük, Selma ve Bülent Arel yer alır. Usmanbaş kuruluş öyküsüne dair şunları söyler:
“Düşünce şöyleydi: Çorak bir yerdeyiz, ama hepimizin bildiği bir şeyler var, okuyoruz, ediyoruz, yazıyoruz, o zaman bunları karşılıklı alışveriş haline getirmek için ortam oluşturalım. Bir dernekte sergi açılabilir, müzik çalışmaları yapılabilir, provalar dinleyiciye açık olabilir, resim çalışmaları yapılabilir diye düşündük.”6
HELİKON İSMİNDE BİR DERNEK
İlk konser 4 Ocak 1953’te Bülent Arel’in kurduğu, Usmanbaş’ın da viyolonsel koltuğunda yer aldığı Helikon Yaylı Çalgılar Orkestrası tarafından gerçekleşir. Program, Barok dönemden 20. yüzyıl bestecilerine kadar uzanır. İlhan Mimaroğlu, İlhan Usmanbaş ve Bülent Arel, haftanın belirli günlerinde açıklamalı müzik dinletiler yapar. “Resim atölyesini Cemal Bingöl yönetir, Eşref Üren, Arif Kaptan, Füreya Kılıç, Cemal Tollu hem ders verir hem de konferanslar ve sergiler düzenler.”7 O dönemde yeni düşüncelere ilgi duyan Ankaralı sanatseverlerle ayakta kalmış bu dernek, hiçbir yardım istemeksizin kendi imkanlarıyla kurulur. Ancak ülkenin içinde bulunduğu politik ortam, sanat üzerinden kurulan bu özgürlükçü zemine de yansır. 6 – 7 Eylül 1955 olaylarında “Helikon” adının, Yunan mitolojisinden geldiği için Rumlarla bir ilişkisi olduğu, böylelikle derneğin İstanbul’daki yağma olaylarıyla bir bağlantısı olabileceği düşünülür. Bir süreliğine kapatılan dernek yeniden açıldığında eski ivmesini tekrar yakalayamaz. Ankara’da 1950’ler sanat ortamına ilişkin bir başka örnek de Ankara Üniversitesi Hukuk, Siyasal Bilgiler, Dil-Tarih ve Coğrafya fakülteleri öğrencilerinin kurduğu Üniversiteliler Müzik Derneği’nin düzenlediği Ankara Müzik Festivali’dir. Türk bestecilerin eserlerine yer vermeyi amaçlayan festivalde çağdaş müzik yapıtlarına ilişkin geniş içerikli konserler düzenlenir.
Usmanbaş’ın ardında getirdikleri
Usmanbaş’ın çok farklı yönlere serpilen ilgi alanı, farklı disiplinlerle kurduğu ilişkide karşımıza çıkar. Çağdaşı olan şairlerin metinleri üzerine bestelediği “1970 tarihli üç yapıtı, Şenlikname (İlhan Berk), Bakışsız Bir Kedi Kara (Ece Ayhan) ve Kareler (Behçet Necatigil), bestecinin müzik dilinin kendi çağının şiir anlayışıyla estetik düzeyde paralelliğine işaret eder.”8 Ertuğrul Oğuz Fırat’ın şiirleri üzerine bestelediği 1952 tarihli Üç Müzikli Şiir’i, Stéphane Mallarmé’nin Un coup de dés’i (1959) ve Paul Eluard’ın Repos d’été’si (1960) de yine müzik ve edebiyat ilişkisinin müziğine yansımalarıdır. “1950’lerin ortalarına doğru görsel sanatlarda ve müzikte eş zamanlı ortaya çıkan, yorumcunun yapıtın biçimini belirlediği aktif bir katılımı”9 ifade eden açık yapıt ve “önceden belirlenen parçalar arasında seçimi yorumcuya bırakan bir anlayış”10 olarak raslamsal müziğe ilişkin verdiği bu yapıtlar yine aynı çağdaş bakışın ürünleridir. Özellikle 1950’ler sonunda zamansal belirsizliklerin görüldüğü, raslamsal bir yazının hâkim olduğu Soruşturma, Ölümsüz Deniz Taşlarıydı yapıtları karşımıza çıkar. 1967 tarihli Raslamsal I-II-III dizisi, ardından 1968 tarihli Raslamsal IV-/V/VI, Biçim/Siz, Özgürlükler, Yaylı Dördül-70, bu kompozisyonel anlayışla yazılmış yapıtlarından yalnızca bazılarıdır. Müzik alanındaki üretimlerini, yaptığı çeviriler ve hazırladığı radyo programlarıyla da sürdürür. 1975 yılında Ankara Radyosu’nda “Yirminci Yüzyılın Müziği” programının ardından 68 hafta süren, “Çağlar Boyu Müzik” isimli bir program hazırlar. Çeşitli yorumculardan örnekler sunduğu her programı, bir müzik tarihi dersi niteliğindedir.
Çağdaş Türk müziğinde İlhan Usmanbaş’ın besteciliği, eğitmenliği ve bu sanat ortamında bir sanatçı olarak varlığı, bugün halen her anlamda “yeni” ile kurduğu ilişkiyle ve müziğine kendini adayışıyla anılmakta. Ona göre sanatta çağdaşlık her şeyden önce çağına açık olmak demekti. Çağının tüm yönelimlerine, bütün görüşlerine, savlara ve karşı savlara açık olmak. Onun çağdaş müzikle ilişkisini, bir sanatçı olarak kendini nasıl konumlandırdığını anlayabilmek adına şu sözler açıklayıcı olacaktır. “Yirminci Yüzyılın Müziği” başlıklı radyo programında 20. yüzyıl bestecisini tanımlarken kendi ağzından bir çağdaş müzik bestecisine şunları söyletir:11
“Para, alkış falan gözümde yok; öyle bir şey yazayım ki şunlara, hiç alışmadıkları, duymadıkları bir şey olsun, alkış bir yana rahatsız olsunlar; olsunlar da beni bu yönüyle tanısınlar; getireceğim ses dünyası altüst etsin onları.”
Anlaşılmak, çoğu sanatçı için önemli bir kaygı olmuştur. Bir yapıtı belirli açılardan ya da bütünüyle anlamak pek çok etkeni içinde barındıran bir alımlama sürecine işaret eder. Çağdaş müzik yapıtları söz konusu olduğunda bu alımlamayı gözlemlemek daha da zorlaşır. Çünkü bu ses örgütlenmesi kimi kulaklara son derece yadırgatıcı gelmiştir. Oysaki 20. yüzyılda bu yapıtlar, alışılageldik biçimlerin ya da örgütlenmelerin dışına çıkmalarıyla kendilerini diğerlerinden ayırmıştır. Kendilerini ayrıksı bir yerde konumlandırmaktan çok avangard yani öncü olmalarıyla çağın ruhunu belirleyen bir özellik taşırlar. Son derece cesur bir yönelimle yepyeni olasılıkların ortaya çıkmasına, yeni anlam bağlamlarının açılmasına vesile olurlar. Bu anlamda Çağdaş Türk müziğinde İlhan Usmanbaş’ın yapıtları da aynı öncü fikirlerin taşıyıcısıdır. Bu öncülüğü, ardından gelenlere, modern müzikle ilgilenen kompozisyon öğrencilerine ve bestecilere cesaretle ilerleyebilecekleri bir yol açmıştır.
DEVLET SANATÇISI uNVANI
1942’de girdiği Ankara Devlet Konservatuvarına 1964’te müdür olan Usmanbaş, 1974’te de İstanbul Devlet Konservatuvarına müdür olarak atanır. Daha sonra Mimar Sinan Üniversitesinde Kompozisyon Ana Sanat Dalı Başkanı olarak 1999 yılına kadar görev yapar. “Ardından İTÜ’ye bağlı MİAM’da ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında kompozisyon ve çağdaş müzikler dersleri veren Usmanbaş, 2011’de Bilgi Üniversitesi öğretim üyeliğinden ayrılır.”12 Ulusal ve uluslararası pek çok ödüle layık görülmüş, 1971 yılında kendisine “Devlet Sanatçısı” unvanı verilmiştir.
20. yüzyıl müzik dünyasının bir insanı olarak İlhan Usmanbaş, bugün 101 yaşında. Darüşşafaka Rezidansı’nda yaşamını sürdürüyor. Ne yazık ki 74 yıldır hayat arkadaşlığı yaptığı eşi Atifet Usmanbaş’ı 3 Şubat’ta kaybettik. Bir besteci olarak bıraktığı engin birikimi, yapıtlarını, yazılarını ve düşüncelerini bugün bizlere onun öğrencisi olan hocalarımız aktarıyor. Müziğe, mesleğine ve sanata adanmış koskoca bir ömrün ardında getirdiklerini anlatmak güç ancak bu yazıyı onun, sanatın ve sanatçının konumuna ilişkin sözleriyle bitirmek anlamlı olacaktır:13
“(…) Bu sanki büyük bir toprak yolda bıraktığımız toz bulutu gibi. Yaşarken sadece yürüdüğümüzü biliyoruz, arkamızdaki tozun farkında değiliz. İşte o toz, sanat. Sanatçı sadece günce tutan bir yaratık. Bu yüzden ben toplumun daha yaşarken bu tozu benimsemesini beklemiyorum. Bir sanat eserini ve belli bir dönemin eğilimlerini, düşünce tarzını, o günü özetleyen sanatçıyı hemen anlamamız, hemen onaylamamız gerekmez. (…) Bu yüzden bir toplumun sanatçısını anlamamasını çok doğal karşılıyorum. (…) Çünkü bir öneri birkaç kişinin çabasıyla aydınlığa kavuşur ancak ve zaman ister o aydınlanma.”
___________________________________________
KAYNAKÇA
1- BESOM Buluşmaları / 11 – İlhan Usmanbaş 100 Yaşında (23 Ekim 2021)
2- İLYASOĞLU, Evin, İlhan Usmanbaş’a Armağan, Sevda – Cenap And Müzik Vakfı Yayınları, Ankara, 1994, s. 19.
3- ALİ, Filiz, İlhan Usmanbaş, Perpetuum Mobile İlhan Usmanbaş’ın Yapıtı, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 39.
4- KÖKSAL, Aykut, Elliler Modernizmi ve İlhan Usmanbaş, Perpetuum Mobile İlhan Usmanbaş’ın Yapıtı, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 15
5- ALTAN, Erhan, Sanatımızda Bir Dönemeç: 50’li Yıllar Ankara – Üç Sanatçı Anlatıyor: Ahmet Oktay, İlhan Usmanbaş, Lütfü Günay, Edebi Şeyler, İstanbul, 2014, s. 51.
6- A.g.e. s. 52.
7- Filiz Ali, Blog Yazıları, Yayın tarihi: 5 Nisan 2013
8- ÖĞÜT, Evrim Hikmet, İlhan Usmanbaş’ın Üç Yapıtı Bağlamında Çağdaş Müzik-Şiir İlişkisine Bir Bakış, Müzik-Bilim Dergisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sayı 5, Güz 2014/ N: 5, s. 27.
9- YILDIZ, Kıvılcım, “Açık Yapıt – Müzik İlişkisi Bağlamında İlhan Usmanbaş’ın Üretimine Bir Bakış”, Perpetuum Mobile İlhan Usmanbaş’ın Yapıtı, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 113.
10- A.g.e. s. 114.
11- SONAKIN, İpek Mine, Köprü, Perpetuum Mobile İlhan Usmanbaş’ın Yapıtı, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 85.
12- Röportaj: Demet Eyi, Rezidans dergisi (2013)
13- BirGün TV röportajı, Çağdaş besteci İlhan Usmanbaş 100. yaşını kutladı! (2 Ocak 2022)
14- ÖZATALAY, Yiğit, İlhan Usmanbaş’la Söyleşi. (20 Aralık 2012)