3. Arnica Art Land Sanat Çalıştayı Küratörü Fırat Neziroğlu, “İçim çok rahat, çok mutluyum. Çok güzel bir iş oldu” derken önümüzdeki yılın hazırlıklarına şimdiden başladığımızı da duyuruyor.
SÖYLEŞİ: SENUR AKIN BİÇER

Bundan iki yıl önce, İthaf Sanat yayın hayatına henüz başlamış bir dergiyken tanışmıştık dünyaca ünlü sanatçımız Fırat Neziroğlu’yla. Uzun yıllar eğitim aldığı dans sanatını dokuma sanatıyla birleştiren, eserlerinde kendine has bir dil üreten, üstelik kendi dokuma tekniğini geliştiren bir sanatçı olarak söyleyeceği o kadar çok sözü vardı ki! Onu daha da ilginç kılan, bu kadar güzel sözü, sakin sakin, bir o kadar da derinden dile getirmesiydi. Ne eserleri yüksek perdeden, bağıra çağıra konuşuyordu izleyicisiyle ne de kendisi. Her eserinde, tıpkı kullandığı ip yumaklarında olduğu gibi birbirimize sarılmış olduğumuzu, farklı hissetsek de bir bütün olduğumuzu hatırlatan Neziroğlu’yla iki yılda çeşitli kereler bir araya geldik. Sergi açılışları, atölye ziyaretleri derken kendisiyle Arnica Art Land Sanat Çalıştayı yolculuğumuzda da buluştuk. Sanatın büyük kentlere sıkışmasını önlemek, sanat okuryazarlığını artırmak için 2022 ve 2023 yıllarında çalıştayımızı, Mersin Borcak Yaylasında, her taşında babam merhum Hasan Akın’ın emeği bulunan yayla evimizin de içinde bulunduğu arazide gerçekleştirmiştik. Üçüncü çalıştayımızı ise 11-18 Ağustos 2024 tarihlerinde Fırat Neziroğlu’nun küratörlüğünde Bayburt’ta Kenan Yavuz Etnografya Müzesinde yaptık. Sanatçılar bu kez bambaşka bir doğal atmosferde eser ürettiler, yeni dostluklar kuruldu, var olan tanışıklıklar derinleşti…

Çalıştayın hemen ardından sergi hazırlıkları için kollarını sıvayan Fırat Neziroğlu ile sizler için söyleştik…
İKİ YIL ARAYLA AYNI GÜNLERDE
Sizinle tanıştığımızda, İthaf Sanat için söyleştiğimizde Contemporary İstanbul heyecanı vardı. Yeni birtakım şeyler deniyordunuz. O günden bugüne ne oldu?
Biliyor musunuz, yine aynı heyecanın içindeyim… Sanırım iki yıl arayla aynı günlerde buluştuk. Çünkü o günlerde de fuara çok az kalmıştı ve ben hazırlık telaşındaydım. Şimdi düşünüyorum da o aralar dijitalin çok fazla sanatın içine girmesiyle ve bence, çok büyük bir müdahalesiyle birlikte herkes NFT, dijital, yazılım gibi alanlara yönelmişti. Tam onları konuşuyorduk çünkü pandemiden henüz çıkmıştık. O dönemden yani pandemi alışkanlıklarından, ev hayatını taşıdık günlük yaşama mesela… Nasıl mı?
Pantolonların kemerleri kalktı ortadan. Artık hepimiz beli lastikli, pijama gibi pantolonlar giymek istiyoruz. Çünkü ev rahatlığını arıyoruz. Bir yandan da bence sanatın seyri, dijitalden tekrar eski formuna, bazı yerlerde zanaat formuna dönüştü. Çünkü herkes kendini özel hissetmek istiyor. Sıradan, yapılabilir ya da -bu biraz sert bir eleştiri olabilir ama- bilgisayar ekran koruyucusu gibi bir şey görmekten artık sıkıldık. Daha gerçek işler görmek istiyoruz.
Dolayısıyla zanaatların tekrar yukarı çıktığı bir dönemdeyiz. Dokunmacılık çok eski bir teknikti ve 1996’da, ben ilk başladığımda bu işe sergilemeye çalıştığımda Türkiye’de zaten üç tane isim vardı. Sühandan Özay Demirkan, Belkıs Balpınar ve onlara teşekkür ediyorum, ki sonra da ben. Biz, 2000’li yılların tamamında, 2024’e kadar tekstilin bir sanat eseri olarak okunması ve galerilerde sergilenmesi üzerine alan açmaya çalıştık. Ve bugün görüyoruz ki artık ressamlar da heykeltıraşlar da grafikerler de tekstilden faydalanıyorlar. Yani tekstilin müthiş popüler olduğu bir dönemdeyiz.

Fırat Neziroğlu’nun fikriyle tuval olarak kullandı.
“BUNU BAŞARABİLECEK MİYİM?” DİYE SORUYORUM KENDİME
Bu anlattıklarınız aslında benim için son iki yılda ara ara bir araya geldiğimiz zaman yaptığımız sohbetlerin özeti gibi oldu… Aslında bu bakışı açısı Arnica Art Land Sanat Çalıştayı sürecinde buluşmamızın da mayası… Çünkü biz de Arnica Art Land Sanat Çalıştayı’nı hayata geçirirken, gerçekten sanatı hayatın içinde görmek, sanat okuryazarlığını artırmak ve sanatın da büyük kentlere sıkışmasını önlemek gibi hedeflerden yola çıkmıştık. Buradan hızlıca çalıştay sürecine gelirsek, küratörlük sürecinde bu teklif geldiğinde, bu teklifi kabul sürecinde Fırat Neziroğlu ne hissetti, ne yapmak istedi?
Büyük bir heyecan ve mutluluktu tabii ama her seferinde yeni bir işe başlarken, bu konuda tecrübemiz ne kadar çok olursa olsun, yeni bir iş geldiğinde “Eyvah!” diyorum. Her seferinde bunu başarabilecek miyim diye soruyorum kendime. Çünkü etrafta bu işle ilgili çok fazla küratör var, çok fazla iş var.

Ve bizim de onlar arasında kayda değer, söz söyleyen bir iş çıkarmamız gerekiyor. Dolayısıyla bu insanda bir stres yaratıyor tabii ki. Güle oynaya kabul ettiysem de içimdeki fırtınaları nasıl anlatsam bilemiyorum.
Sizinle tanışıklığımız, sohbetimiz zaten çok kıymetli. Bir de Arnica’yla birlikte olmak şu yönlerden güzel; steril, temiz ve sakin bir ortam. Hepimizin huzur aradığı zamanlarda, kimsenin kimseyle dövüşmemesi gerekiyor. Bu sakinlik içinde bir araya gelmek benim için çok önemliydi.
Burada sizin sahip olduğunuz yaklaşım çok önemli. Siz sumi-e yapıyorsunuz. Bu sanat Uzak Doğu felsefesine sahip. Şimdi, bu söyleyeceklerim için kimse bana kızmasın ama bana göre, Doğu felsefesi her zaman sabırdır, Batı felsefesi ise biraz hırs. Bu benim görüşüm elbette, farklı düşünenler olabilir.
Dokuz Eylül Üniversitesinden çok sevdiğim hocam Ahmet Erinanç’ın bir sözü vardı: “Batı’da aşk hırstır, beraberinde hatayı getirir. Doğu’da aşk sabırdır, ince ince işlenir”. Bence sizinle bu güzel sözde buluşuyoruz. Çünkü Doğu felsefesinde buluşuyoruz. Sumi-e tekniği ve dokuma, bu sabrın, ince ince işlemenin buluşması…
FARKLI DİSİPLİNLER, YENİ SÖZLER
Bu güzel sözleriniz için teşekkür ederim, üzerine çok düşüneceğim sözler… Peki, çalıştay sürecine davet ettiğiniz sanatçıları nasıl belirlediniz, nelere dikkat ettiniz?
Sanatçıların birbirinden farklı tekniklerden olmasını gözettik. Çünkü bu çalıştayda herkes bir arada olacak, bir arada sanat yapacak, vakit geçirecek. O zaman bir diyalog, bir söz birlikteliği olacak. Birbirinden farklı dillerin diğerini nasıl etkileyeceğini de merak ettik hep birlikte. Bitkilerle kök boya yapan Mustafa Hoca’mız vardı, geleneksel sanatlardan Şehnaz Hoca’mız. Genç sanatçılarımız usta isimlerle bir araya geldi. Farklı disiplinler, birbiriyle yeni sözler söylemek üzere buluştu ve öyle ayrıldı çalıştaydan.
İlk iki çalıştay Mersin’de, Arnica’yı da kuran babamın her yerinde emeği olan evinin de bulunduğu geniş bir alanda yapılmıştı. Üçüncüsü Bayburt’ta Kenan Yavuz Etnografya Müzesinde oldu. Sizce mekan seçiminin çalıştaya nasıl bir etkisi oldu?
Bir kere doğada olmak çok önemli. İlk iki çalıştayda da üretim böyle olmuş, doğa ile iç içe sanat… Bayburt’un yerleşim alanı çok güzel. Çünkü dümdüz, her yeri görebiliyoruz. Biz, genellikle tepeli şehirlerde yaşıyoruz. Ufku görmek için biraz tepelere çıkmamız gerekiyor. Ama Bayburt’ta dümdüz bir alanda, bütün yöreye hakim olmak bence çok güzeldi. Kaldığımız yer de ahşaptı, taştı ve yerler topraktı. Bir kere toprağa bastık, müthiş. Tüm sanatçıların konforu için daha en baştan her şeyi düşünmüştünüz. Günü verimli kullanmak ve üretimi artırmak için elverişli ortamı oluşturmuştunuz. Bunların etkisi çok önemli.
Çalıştaya başlamadan önce “Eyvah! Ne yapacağım şimdi?” demişsiniz ya bu soru çalıştay sonrası neye dönüştü?
Şimdi bir sonraki için “Eyvah ne yapacağım?”a dönüştü. (Gülüyoruz hep birlikte). Şaka bir yana, yenisi için neler yapmamız gerektiğine kafa yoruyorum şimdi. Sergimizi açacağız Mersin’de ve İstanbul’da. Oralarda neler olacak, neler yapacağız o konularla ilgileniyoruz şimdi. Şöyle ki, işlerin, her bir yerde aynı sözü söylüyor olması gerekiyor.
ESERLERİN DOĞDUĞU TOPRAKTAKİ DİLİ
Ne demek, işlerin aynı sözü söylemesi?
Eserler, Bayburt’ta, oranın enerjisiyle yapıldı ve sanatçının bir sözünü yansıtan bir formattaydı. E, şimdi biz Mersin’e gidiyoruz. İklimi başka, coğrafyası başka. Hatta şimdi kapalı bir alanda sergileyeceğiz. Kapalı alanda eserlerin doğduğu yerdeki, topraktaki, dilini nasıl yaratacağım? Bunu düşünüyorum. Belki birbirinden tamamen farklı bir kürasyon olacak sergilerde. Belki başka malzemelere ihtiyaç duymadan sergileyeceğiz.
Bu çalıştayın sözü neydi?
Arnica Art Land Sanat Çalıştayı’nın mottosu, “Doğduğu toprağa akan sanat”. Çok güçlü ve doğru. Sanatçının orada doğmuş olmasından söz etmiyoruz. Sanat eserinin orada doğmuş olmasından bahsediyoruz. Yöre sakinleri sanatçıları orada çalışırken gördü, sergi açılışına geldiler, daha sonra da bu sergiyi ziyaret edenler oldu.

YENİ BİR COĞRAFYA SANATÇIYI ETKİLEYEBİLİR
Sizce farklı bir coğrafyada çalışmanın sanatçılar üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Şimdi bunu iki açıdan konuşabiliriz; bir işler açısından, bir de sanatçı açısından. Gerçekten, görmediğimiz, bilmediğimiz, yaşamadığımız bir yerde doğan bu işler, kişinin yeni bir dönemine başlangıç sağlayabilir. Sanatçılar açısından bakarsak da hiç bilmedikleri bir coğrafyada eser üretmeleri, farklı disiplinlerde çalışanlarla bir araya gelmeleri, aynı masada buluşmaları sayesinde birbirlerinden etkilenerek aslında yeni bir söz söyleyebilirler. Sanat eseri üretilirken kendi dilinde bugüne kadar olduğu şekliyle ilerleyebilir veya yeni bir döneme girebilir. Sanatçılar, başka başka dillerle temas ettiği için işlerinde artık medyum olarak başka yerlere doğru evrilebilir. Aslında burada ben de size bir soru sorayım. Siz de sanatçılar arasındaydınız. Siz nasıl yaşadınız o süreci?
Ben nasıl yaşadım o süreci? Aslında çok verimli, kendimi ve bulunduğumuz çevreyi bir arada düşünmemi sağlayan, eser üretirken çevreden hangi malzemeleri, nasıl kullanırım diye kafa yorduğum ve hiç bölünmeden çalıştığım bir süreçti. Üstelik diğer sanatçılarla birlikte. Dediğiniz gibi sohbetlerimiz, yorumlar çok besleyiciydi.
Evet, siz orada, yöreye özgü ehram kumaşını tuval olarak kullandınız. Bu çok özeldi, dokuma sanatı da işin içine girdi, tuval olmayan, kağıt olmayan bir zemin üzerine resim yaptınız. Elde dokunmuş, eğrilmiş iplikler üzerine, harman şenliğinin yapıldığı tarladan aldığınız buğday başaklarını fırça gibi kullandınız. Siz orayı yaşatan bir eser ortaya koydunuz. O eseri de Kenan Yavuz Etnografya Müzesine hediye ettiniz. Eseriniz, orada çalıştayın hatırası olarak yaşamaya devam edecek.

SANATÇILARIMIZ YOLLARINI TASARLADI
Doğrusu ben bu kadar güzel anlatamazdım, sözleriniz için çok teşekkür ederim. Çalıştayın atmosferi nasıldı sizce?
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin kuruluşunda çok önemli rol oynayan yazar hocamız Ahmet Erinanç’ı anacağım yine. Onunla aynı yıllarda Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesindeydim, uzun zamanlar aynı odayı paylaştık. Her gün bir defterinden ya da bir kitaptan sayfa açar, birkaç satır söylerdi. Burada küratörlük yaparken onun bir sözünü yaşadığımızı hissediyorum. O, “Sen, seninle birlikte olan, birlikte yola çıktığınız arkadaşlarına ‘Burada istediğiniz kadar hız yapabilirsiniz. Ama unutmayın o yolu siz tasarladınız’ diyebilirsin” derdi hep. Bu, istediği kadar hızlı gidebilme hissi, o yolu tasarlama özgürlüğü sunmak aslında. Biz de çalıştayda bunu sunduk. Sanatçılarımız yollarını tasarladı, istedikleri kadar hız yapabilecekleri bir alana sahiptiler. Sadece nerede kavşakları dönecekleri, nerede bitirecekleriyle ilgili güzel bir rota çizdik.
Sanat camiasında “Çok fazla çalıştay yapılıyor, çıktıları ne oluyor?” gibi eleştiriler, hadi eleştiri demeyeyim de yorumlar yapılıyor. Bu konudaki yaklaşımınız nasıl?
Evet, çalıştaylarda bir artış var. Bazen eleştiriliyorlar da. Biz de eleştirilebiliriz. İnsanlar beğenmeyebilir ama burada önemli olan şu bence; eleştiriyi yapan, yorumda bulunan kişi ya da kişiler, bu işi ne kadar samimiyetle izliyor, ne kadar samimiyetle yaklaşıyor. Şöyle, her sanat eserini bir insan gibi düşündüğümüzde onun kendi varlığını, var oluşunu, kendi bilgisi ve sözü olduğunu da kabul ediyoruz. Burada nasıl bir karşılaştırma yapabiliriz. Üstelik, bizim bu topluma sanatı sevdirmemiz, hatırlatmamız gerekmez mi? Sanatın temel hedefi iyileştirmek değil, güzelleştirmek değil. Ama sanatın var oluşu güzelleştirir. Biz illa “İyileşeceğim” diye sanat yapmayız ama sanatın oluşu budur zaten. Dolayısıyla her yapılan işi sakinlikle, huzurla, iyilikle anlamamız lazım önce. Bu kadar çok sanat eseri üretmenin güzelliği hepimize fayda sağlayacaktır ayrıca
ÇALIŞTAYIN AKADEMİK BİR ÇIKTISI OLACAK
Siz bu çalıştayın akademik çıktılarına da özen gösteriyorsunuz…
Akademisyen kimliğimle, yapılan işlerin çıktılarının kalıcı olması için yazılı olması gerektiğini de düşünüyorum. Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Genç ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şehnaz Biçer hocalarımız da çalıştaya katılan sanatçılarımız arasındaydı. Ben de Bahçeşehir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kurucusuyum. Biz çalıştayla ilgili yazılar yazacağız. Akademik olarak nerede durduğumuzu tartışacağız. Dolayısıyla çıkan sonuçlar bizim bir sonraki çalıştayımızı da şekillendirecek aslında. Neyi eksik yaptık ya da neyi doğru yaptık onu daha akademik olarak bileceğiz.
Seneye yapacağımız çalıştay için neler söylemek istersiniz?
Bu yılki çalıştayımızın sergileri Kasım ayında Mersin’de ve Aralık ayında İstanbul’da olacak. Bir yandan da önümüzdeki yıl çalıştayı yapacağımız kentteki sürecin planlamalarına başladık. Şimdi çok ayrıntı vermeyeyim ama heyecanlıyız ve kalbim gümbür gümbür yine.
Zaman nasıl geçti bilmiyorum ama söyleşinin sonuna geldi. Neler söylemek istersiniz son olarak?
Sadece çok mutluyum. Yaptığımız iş güzel oldu. Gönül huzurum var. Çok teşekkür ederim bu güzel söyleşi için.
Ben teşekkür ederim, zaman ayırdığınız için…