Çektiği fotoğraf karelerine yaptığı dijital müdahalelerle ortaya koyduğu eserlerinde insanın iç dünyasına dair çelişkilere dikkat çeken Ali Alışır, “Eserlerimdeki figürler, bu modern dünyanın çekiştirmecesine, hızın aşındırıcı kuvvetine, zamanın sürüklemesine karşı dengede durmaya çalışıyor” diyor.
SÖYLEŞİ: ASLI ÖRNEK
Fotoğraf ile resim arasında bir köprü kuran, farklı bir dil yaratan Ali Alışır, hayatın kendine gösterdiği yolu takip eden sanatçılardan. Kendi sanatını yaratma hikayesi sırasında tüm zorlukları kabullenip yılmadan, kendini yenileyip üreterek bugünlere gelmiş. Resim bölümünü kazanıp grafik okumuş, iş bulmak için resim dosyalarıyla galerileri gezmiş, olmamış ancak bunu fırsat bilip İtalya’ya gitmiş ve fotoğraf okumuş. Hayatı da aynı eserleri gibi ilham verici. Ali Alışır’la hayatı, eserlerini, yapay zekayı ve hedeflerini konuştuk.
Grafik eğitimi alırken başarı bursu almışsınız. Grafik sizin bilinçli tercihiniz miydi? Bu bölümü okumaya nasıl karar verdiniz? Sonuçta gençsiniz, kararlar değişebilir ama siz severek seçmişsiniz anladığım…
1996 yılında Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesini kazandığımda ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Tek arzum, resmi özgürce yapmaktı ve bunu hiçbir eğitim ve disiplinin etkisi altında kalmadan yapmak istiyordum. O yüzden resim bölümünü kazanmış olmama rağmen grafik bölümünü tercih ettim. Bu hem özgürce resim yapmama hem de grafik bölümünde aldığım eğitimi resim diline aktarmama olanak sağladı.
İşin ilginç yanı, okula başarı bursu ve dereceyle girmiş olmama rağmen okuldan sonuncu olarak mezun oldum. Eğitim dönemimi derslere çok az katılım sağlayarak fakat sürekli çizim ve resim yapıp hocalarımla bunların üzerinde konuşarak tamamladım. Bugün bu ürettiğim eserlerin temellerini orada attığımı söyleyebilirim.
GALİBİYETE DE MAĞLUBİYETE DE HAZIRlIKLI OLMALISINIZ
Arkasından Floransa’da fotoğraf eğitimi alıp dijital kurguya yoğunlaşmışsınız. Dijital dünyada sizi çeken ne oldu?
Güzel Sanatlar Fakültesinden mezun olduktan sonra resim dosyamla galerileri gezdiğimi hatırlıyorum. O dönem hiçbir galeri çizimlerimi ve yaptığım çalışmalarımı sergilemedi. Bu hayal kırıklığı, uzun zamandır kurduğum İtalya’da yaşamak ve orada üretmek hayalimi gerçekleştirmek için bana bir kapı açtı. Floransa’ya taşınıp orada yaşamaya başladım. O dönem evim çok küçüktü. Elimde sadece bilgisayarım ve dijital bir fotoğraf makinem vardı. Resim yapacak bir atölyemin olmaması beni, elimdeki imkanları daha aktif kullanmaya sevk etti. Sabahları sokaklarda gezip, fotoğraf çekip akşamları da bunları bilgisayarıma atıp neler yapabileceğimi düşünüyordum. Fotoğrafta dijital kurguya beni yakınlaştıran an böylece başlamış oldu. Resim yapmak istiyordum fakat şartlar buna izin vermediği için bunu fotoğrafla yapabileceğimi keşfetmiştim. Zamanla fotoğraf makinem, fırçamın; yaşamın kendisi de boyalarımın yerini almaya başladı. Bir süre sonra ise Accademia Italiana’da fotoğraf bölümünü kazandım. Orada aldığım eğitimle birlikte grafik, resimden sonra fotoğraf çalışmalarıma çok farklı bakış açıları kattı.
Sanat okudunuz ama sanat dünyasına girmek sizi korkutmadı mı? Sizin keşfedilme hikayeniz nasıl oldu?
Her oyunun bir kuralı var. Sanat ile hayatınızı devam ettirmeyi düşünüyorsanız bu oyuna dahil olmanız gerekiyor. Ve her an, büyük galibiyetlere de mağlubiyetlere de hazırlıklı olmanız gerekiyor. Diğer taraftan bugün, Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde genç sanatçı olmak demek, zorluklarla geçecek bir hayatı baştan kabul etmek anlamına geliyor. Alınamayan vizeler, ödenemeyen kiralar, tutucu mahalle baskısı, destek olamayan aileler… Bence sanatçı olmak demek biraz da usta bir sihirbaz gibi bu zorlukların arasından sıyrılmak demektir.
DANS TEMASI BANA HATIRA KALDI
Melez Ruhlar sizin izleyiciye, en azından bana çok şey hissettiren eserlerinizden. Tasavvuftan, kendini bulma yolculuğundan esinlendiğinizi okumuştum ama bu seriye başlamanız nasıl oldu?
Atölyemin Moda’da olduğu yıllarda Kadıköy’ün sosyal ortamı bana çok güzel insanlarla tanışma olanağı sağladı. Bu kişilerden biri de harika bir dansçı olan Aslı Kaynak’tı. Aslı, çok özel bir insandı ve hemen her gün Moda’da arkadaş gruplarımızla bir araya geliyordu. Çok kısa zamanda Aslı da bu grubun içinde yer aldı ve hep beraber harika zamanlar geçirdik. Sağlık sorunları nedeniyle Aslı’yı çok genç yaşta henüz 20’lerindeyken kaybettik maalesef. Bu bende derin bir etki bıraktı. Bugün geriye dönüp baktığımda dans temasını seçmemdeki nedenlerden birinin bu kaybım olduğunu söyleyebilirim.
Melez Ruhlar’da geçip giden zamana karşı sıkışıp kalan insanların hikayesini anlatıyorsunuz, eserlerinizde erkekler olsa da kadınlar daha ön planda. Eserlerinizin çoğunda kadını ön plana çıkarma nedeniniz ne? Sizce onlar bu dönemden daha zorlu mu geçiyor, hem maddi hem manevi anlamda?
Ben bu yüzyılın kadınların yüzyılı olması gerektiğine inanıyorum. Onlar bu egemen sisteme ve iktidarlara tek alternatif ve dünyada onların enerjisine daha çok ihtiyacımız var. Yakın bir zamanda biz erkeklerden bu gücü alacaklarına daha fazla inanmak istiyorum. Gün geçtikçe daha fazla küreselleşen bu dünyada yaşadığımız sistem, yeni bir insan türü üretiyor. Bu yeni insan tipi, bedensel olarak “özgürleştirilirken” ruhsal olarak, kültürel ve siyasi olarak baskılanıyor. Bedenlerimizin ve ruhlarımızın ihtiyaçları birbirine karışıyor. Örneğin vücutlarımızı fit yapmak adına spor dışında her şeyden vazgeçiyoruz. Beden sağlığı konusunda bilincin en üst statüsünde yer alırken ruhumuzun sağlığı konusunda aynı özeni göstermiyoruz. Ruhlar, sanal platformlarda yaşarken bedenlerimiz reel hayatlarda yaşıyor. O yüzden eserlerimdeki figürler, bu modern dünyanın çekiştirmecesine, hızın aşındırıcı kuvvetine, zamanın sürüklemesine karşı dengede durmaya çalışıyor. Modern dünyanın bu hareketliliğini duruşlarıyla hissettirmeye çalışıyor.
“Ürettiğim çalışmaların temelinde ben yokum, evrene dair, insana dair, insanlığa dair izler var” diyorsunuz. Sanatçı toplum içinde empati yaparak ve onu eserine yansıtarak bir bakıma yaptığı sanatın içinde değil midir?
Kesinlikle. Ürettiğiniz her eserde kendinizden mutlaka bir parça vardır. Ama benim amacım kendi hayatımdaki izlerden çok, insanlığa dair bir şeyleri önceden keşfetmek ve bunu söyleyebilmek. Hatta bazen uyarılarda bulunabilmek. Pandemi henüz hayatlarımızda yokken Sanal Mekanlar sergisini açmam; sosyal medya platformlarında ve cephedeki savaşlar bu kadar iç içe geçmemişken Sanal Savaşlar sergisini yapmam ya da 8 yıl önce Melezlik- Hybrid kavramı hayatlarımıza bu kadar egemen değilken (bugün kullandığımız arabalar teknolojik aletler ve eğitim sistemimiz bile hibrit olarak adlandırılıyor) bu kavramları ortaya atmam hep bu noktalara dikkat çekme amacını taşıyordu.
Son dönemde yapay zeka ve yapay zekayla yapılan işler ön planda. Siz yapay zekaya nasıl bakıyorsunuz?
Bir zamanlar insanlar “Gelecekte makineler her işi yaparsa bize kalan bunca boş zamanda biz ne yapacağız?” diye soruyordu. Ama bugün öyle boş bir zamanımız yok! Ben teknolojinin dünyayı daha iyi bir yer yapacağına dair beklentimden hala vazgeçmedim. Bir taraftan da her gün bir robot gibi gerçekleştirmeleri gereken tüm eylemleri yinelemekten başka bir şey yapmayan, içleri boşalmış, yalnızca biyolojik bir yaşantı sürdüren maddi varlıklara dönüşmeye başladığımızı da söylemekten vazgeçemiyorum. Sanal kavramıyla ilgili açtığım bu sergiler ile modern insanın yalnızlığı ve biraz da çaresizliğini ortaya koymaya çalıştım. Çünkü bugün baktığımda bizler her zamankinden daha yalnızız. Yapay zeka bu yalnızlığı daha da fazla büyütecek gibi gözüküyor. Gözümüzün önünde sessiz sedasız devrimlerin yaşandığı bir zamandayız. Bugün yapay zeka geliştiricilerinin durumlarını bir zamanlar atom bombası üreten bilim adamlarına benzetiyorum. Büyük heyecanla ve büyük yatırımlar yaparak bir şeyler yapıyorlar ama sonunun nereye gideceğini onlar da bilmiyor ya da onların deyimiyle belki de yapay zeka ölümsüz bilince giden yolu açtığı için gelecekte canlılığın evriminde bir mihenk taşı sayılacak. Belki de tam tersine, bu yüzyılda yaşayan son şanslı nesil bizlerizdir. Bunu zaman gösterecek…
Yeni planlarınız var mı? Yapmak isteyip de yapamadığınız bir şey var mı? Eserlerinizi oluştururken sizi tetikleyen ne?
Hayatın kendisi herhalde yani her şey. İnsanların ürettiği sanatın, okudukları binlerce sanat tarihi kitabı ya da izledikleri sanatla ilgili belgesellerden ziyade, hayatın kendisi olduğunu düşünüyorum. Kafede yapılan sohbetler, tanıştığım yeni insanlar, gezdiğim ve gördüğüm yeni coğrafyalar benim için bütün sanat tarihinden daha değerli. Hayatın kendisi sanattan her zaman daha ağır basıyor. Benim için ilham kaynağı burada.
Diğer taraftan 29 Şubat’ta İstanbul’da Bozlu Art Project’te, 2024 yılı içinde ise Montréal’de Galeri LeRoyer’de bir sergim olacak. Benim için belki de en önemli şeylerden biri ise St. Petersburg’daki Erarta Müzesinde 11 Temmuz’da başlayıp 10 Kasım 2024 tarihine kadar sürecek uzun süreli ve kapsamlı olacak sergim diyebilirim.