Resim, fotoğraf, heykel, dijital çizim ve şiir… Sanatın tüm bu dallarında eser üreten genç sanatçı Çağla Sokullu, halen ABD’de Chicago Üniversitesinde sanat tarihi ve küratörlük üzerine master yapıyor.
Çağla Sokullu, dünyanın her yerinde yaşanan kaosun birbirine benzediğini, ilk solo sergisi HeavyHeart ile “kaos ve entropi içinde insanların ve duyguların ne kadar benzer olduğunu göstermeyi amaçladığını” söylüyor.
Çağla Sokullu, 24 yaşında, tam anlamıyla genç bir sanatçı… ABD’de Cornell Üniversitesinde sanat ve sanat tarihi eğitimi alan, dünya edebiyatı, yaratıcı yazarlık ve Doğu Asya kültür ve sanatı üzerine yan dal yapan, üretken bir isim. Halen Chicago Üniversitesinde sanat tarihi ve küratörlük üzerine master yapıyor. “Türk ve Orta Doğu sanatçılarının enstalasyon (yerleştirme) eserlerinde aidiyet ve hasret konularını inceliyorum” diyen Sokullu’yu yakından tanıyalım.
Çok küçük yaşlardan itibaren müzik ve resim sanatlarıyla yoğrulan bir hayat onunki. Zamanının çoğunu sahnede ya da atölyede geçirmiş ama ciddi olarak sanat okumaya Oxford Üniversitesinin yaz kampında karar vermiş. Verilen kararın ardında durmak gerekir, değil mi? O da “Bu karardan sonra yazlarımı İstanbul Modern’de staj yaparak geçirdim; üniversite sırasında da New York’ta farklı galerilerde ve İstanbul Kültür Sanat Vakfında, 16. İstanbul Bienali’nde çalışma şansım oldu. Cornell Üniversitesinde sanat okumak için kabul edildiğimden beri beş yıldır hayatımın en büyük kısmı hep kesinlikle sanat oldu. Dört yılımı kendi sanatımı üretmeye adadım fakat bu, beraberinde sanat görmeyi, tarihini okumayı, farklı alanlara açılabilme şansını getiriyor. Ben de kendimi şiir derslerine, Doğu Asya ve Kore sanatlarını öğrenmeye, bienallerde çalışmaya verdim, bütün imkanlarımı kullanmaya çalıştım” diye anlatıyor bir çırpıda.
Kendini disiplinlerararası bir sanatçı ve şair olarak tanımlayan Sokullu, şöyle devam ediyor: “Sanatı tanımlamak, özellikle bu çağda, neredeyse imkansız. Thierry De Duve gibi filozoflara sorarsanız, sanat ne isterseniz odur. Günümüzün klasik müzelerine bakarsanız, yağlı boya tabloları ve heykellerle bile sınırlanabilir; halbuki Dada ya da Duchamp taraftarları sanat artık müze dışında gerçekleşir, der. Ben bu ikinci tarafa çok daha yakınım. Şu anki hayatımızda bir protesto bile performans sanatı olabilir, bir tablodan çok daha değerli hale gelebilir. Bence sanat gittikçe genişleyen bir yelpaze haline geldi fakat özellikle bugünün sanatı kendini en güzel çok yönlülük ile tanımlıyor. Ben de her şeye yağlı boya ile başlamıştım, oradan analog fotoğrafa, heykele, dijital çizime, en sonunda da enstelasyona vardım diyebilirim. Bir yandan da yazmak, hikayelerden şiire varmak vardı.”
Şiirlerini İngilizce kaleme alan Çağla Sokullu, “Neden İngilizce yazmayı tercih ediyorsunuz, İngilizce şiirinizi Türkçeye çevirmek nasıl hissettiriyor size?” sorusuna da şu yanıtı veriyor:
“Bu karmaşık bir soru. Uzun süre edebiyat eğitimim İngilizce idi, İngilizce kolayıma geliyordu. Açıkçası, Türkiye’de yaşadığım sürede aidiyet ve Türk kültürüne yakınlık konularında sorunlarım vardı. Belki de Türkçe yazamamam bu mesafeden kaynaklıydı. Son iki yıldır ülkemle ve kültürümle daha güçlü bir ilişki kurmaya çalışıyorum ve bu çaba Türkçe şiir yazmaya çalışmak ile başladı. Şimdilerde sadece Türkçe değil Korece, Fransızca gibi birçok dilde yazmaya, çevirmeye çalışıyorum. İlk hangi dilde yazarsam yazayım çeviri yapacağım dili de düşünüyorum.”
VAN GOGH BENİ SANATLA TANIŞTIRDI
Şu an olabildiğince görmek, okumak, gezmek ve kendini geliştirmek istediğini anlatan genç sanatçının en büyük hayalleri arasında uluslararası bir bienalde yer almak, bienalin küratörü olmak bulunuyor. Peki, hangi sanatçıyı ya da şairi tanımış, onunla arkadaşlık etmiş olmak isterdi? İşte cevabı:
“Türkiye’den özellikle şairlere çok hayranım ve Nazım Hikmet her sevdiğim şairi etkilemiş bir dev tabii ki. Daha yakın zamandan favorim Küçük İskender. Erken kaybettik fakat şiirleri bu kadarcık yılda bile çığır açıyor. Yabancı olarak da iki favori sanatçım var; beni sanatla tanıştıran Van Gogh. Beni etkileyen inanılmaz tekniği, resimlerindeki ruhuydu. İkincisi de Théodore Géricault; 1800’ler Fransa’sından. Louvre’da Medusa’nın Salı resmi ile karşılaştığımda durmaksızın ağlamış ve önünde uzun süre geçirmiştim.”
Türkiye’den dünya çapında konuşulan sanatçılar çıktığını ve bunun gurur verici olduğunu belirten Çağla Sokullu’nun “Ev, Yeniden” şiirinin ilk kıtasıyla bitirelim sözümüzü…
Yeni baştan öreceğim her duvarını bu evin
Sökeceğim hilelerimle lekelenmiş her taşı
Çekiç vuracağım aynaya, odanın ayazına
Yakacağım yumruklarımla her kırığı…