Oyuncu Pınar Güntürkün, Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda Herkes Kocama Benziyor’da canlandırdığı; 2022 Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu, Direklerarası Seyircileri Ödülü’nde ise Tek Kişilik Performans ödüllerine layık görüldüğü temizlik işçisi Ayten karakterine atfederek bu soruyu soruyor. Kadrolu oyuncusu olduğu İzmir Şehir Tiyatrolarındaki Mor Şalvar’da da yine bir temizlikçiye hayat veren Güntürkün, oyunların kendi sesini bulma yolculuğundaki kadınlara da ilham olmasını diliyor.
SÖYLEŞİ: DUYGU ÖZSÜPHANDAĞ YAYMAN
İzmir Şehir Tiyatroları oyuncusu Pınar Güntürkün, geçen sezonun en çok sözü edilen sanatçılarındandı. Türkiye’de kadınların sahnede olmasına öncülük eden tiyatro sanatçısı Afife Jale adına verilen 2022 Afife Tiyatro Ödülleri’nde, Kadıköy Emek Tiyatrosunca sahnelenen Herkes Kocama Benziyor’daki Ayten rolüyle Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu ödülüne layık görüldü. Üstelik “Beni oyuncu olarak geliştiren bir oyun” dediği oyunla Direklerarası Seyircileri Ödülleri’nde de Tek Kişilik Performans Kadın ödülünü aldı. İzmir’de Mor Şalvar’daki Kevser rolüyle sahnedeyken açıklanan Afife Ödülü’nü oyun sonrası kuliste öğrenen Güntürkün, her iki oyunda da temizlikçi kadınları canlandırıyor. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini son sınıfta bırakıp Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünü kazanarak hayatının rotasını yüz seksen derece çeviren, Ankara Sanat Tiyatrosu ve Devlet Tiyatroları terbiyelerinden geçen Güntürkün, mesleğine amansızca aşık olduğunu belirtiyor. “Her ne yapıyorsam en iyisini yapmalıyım” diye öylesine söylemiyor; sahnede o karakterin ta kendisine dönüştüğünü, hikayenin içine girdiğini, onu izleyenler söylüyor. Biz de fazla bir şey anlatmayalım; Herkes Kocama Benziyor’un Ayten’i nasıl türkülerini söylemeye, konuşmaya başladıysa Güntürkün -ödüller için söylediği gibi- kendi sesini bulan, kendi varlığında koca bir dünyayı sırtında taşıyan kadınlara, işine aşkla bağlananlara, elinden gelenin en iyisini yapma çabasında olanlara seslensin. Diğerleri de ardından gelsin ve dünya daha güzel bir yer olsun.
ANKARA SANAT TİYATROSUNDA İŞ CİDDİYE BİNDİ
Ankara Hukuk Fakültesini son sınıfta bırakıp tiyatro okumaya karar vermişsiniz. O nasıl bir karardı?
Küçük bir şehirde liseyi okudum. Kendini göstermiş, başarılı bir öğrenciyseniz, sözel becerileriniz yüksekse yazabileceğiniz belli bölümler var. En üst sırada gelenlerden biri hukuk fakültesi. Tiyatro bölümü olduğuna, konservatuvar okunduğuna, oyunculuğun meslek olarak yapıldığına dair bir bilgim yoktu.
Yeteneğinizin farkında mıydınız peki?
Hayır. Kendimi bildim bileli bir şeyin eksikliğini duyuyordum. Bir şey yapmayalım ancak o zaman tatmin olacağım, diyordum ama onun oyunculuk olduğunu bilmiyordum. Belki çok derinde, sezgisel olarak biliyordum. Ankara Hukuk’a yüksek bir puanla girdim ve çok sevdim. Efsane hocalardan, hocaların hocalarından ders alıyoruz. İlk yılımda Drama Kulübü ilanını gördüm ve gittim. Neden yaptım, bilmiyorum. Şu olsa hayat daha manalı olur, dediğim şeyin oyunculuk olduğunu anladım. Üçüncü sınıfta arkadaşlarımız dedi ki, Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) sınav açıyor. Kazandım, iş ciddiye binmeye başladı. Hafta içi her gün, günde iki üç saat AST’ta çok kıymetli hocalardan eğitim alıyoruz. Okul uzadı tabii. En ağır dersler kalmıştı, tiyatro yaparak vermem çok zordu. Konservatuvar için yaşım büyüyordu, karar vermem gerekiyordu. Zaten artık kalbimin, aklımın tiyatroda olduğunu hissetmiştim. O kararı vermem, bir gece… Yarın bırakıyorum ve konservatuvar sınavlarına başvuruyorum, dedim. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) Tiyatro Bölümüne kayıt yaptırdım. Çoğu zaman ikinci üniversiteyi okuduğumu unuttum, sanki ilk kez üniversiteye başlamışım, 17 yaşındayım…
Aftan yararlanıp diploma alayım, bu kadar emek verdim, demediniz mi?
Her af çıktığında anneciğim arıyor, sağ olsun. Kanıma girmeye çalışıyor. Çok ciddi bir zaman ve enerji istiyor hukuk eğitimi. O zamanı ve enerjiyi ayırmak, asıl istediğim şeyden elimi eteğimi çekmek demek. Buna ne gönlüm vardı ne enerjim ne de zamanım.
AST’ta kimlerle çalıştınız? Usta çırak ilişkisi nasıldı?
Rutkay Aziz, Cezmi Baskın, Levent Ülgen, Altan Erkekli, Altan Gördüm, Vahide Perçin hocalarımızdı. Tam bir usta çırak ilişkisi. Efsane isimlerden ders almak fırsatımız var. Sonra diyorlar ki, “Haydi gel, sahneye çık.” Aman Allah’ım, rüya gibi! AST’ın fuayesinde oyuncuların fotoğrafları yer alır. O bizler için nasıl bir rüyaydı, biliyor musunuz? Levent Ülgen ve Vahide Perçin’in oynadığı bir oyunda küçük bir rolüm oldu mesela. Aşkla anarım her anını.
Ne kadar sürdü AST dönemi?
Kursiyerlik bir yıl. Bir sezon da oyunlarda oynadım. Hocalarımız hep diyordu ki, lütfen bölümünüzü bitirin. Bırakacağım dediğimizde hiç iyi karşılaşamazlardı. Altan Gördüm Siyasal’ı bırakmış, Levent Ülgen ODTÜ Fizik mezunu, Vahide Perçin iktisat okumuş. Öyle olmasına rağmen çoğumuz bıraktık.
Dil Tarih’te okurken AST devam etmedi öyleyse.
Etmedi, edemedi. Okul, başlar başlamaz çok yoğundu. Vakit ayrılabilir miydi bilmiyorum ama okulu bitirmeden profesyonel hayata adım atmamızı istemezler.
ŞAKİR GÜRZUMAR’IN VAHİDE PERÇİN’İN ASİSTANI
Devlet Tiyatroları ile bağlantınız var mıydı?
Evet. İkinci sınıfa geçtiğim yaz, AST’tan hocam Levent Ülgen aradı. Ankara Devlet Tiyatrosunda Şakir Gürzumar bir oyun yönetecek, ateş gibi bir asistan arıyormuş, seni söyleyeceğim, dedi. Hocam bilmem ki, dedim, asistan ne yapar… Olur olur, yaparsın, dedi. Şakir Hoca, yarın gel başla, dedi. Atları da Vururlar oyununda reji asistanlığı yaptım.
Okulu bitirdikten hemen sonra İstanbul’a gitmişsiniz.
Mezun oluncaya kadar Şakir Hoca’mla hep diyalog halindeydim. Bitirdiğimin haftasında hocam telefon etti, İstanbul’a geliyorsun, dedi. Devlet Tiyatrolarında ve özel tiyatroda birer oyunun asistanlığıyla İstanbul macerası başlamış oldu. Üç dört sezon sözleşmeli olarak Devlet Tiyatrosu, sonra ağırlık hep özel tiyatrolardaydı.
İstanbul’da eğitmenlik de yapmışsınız.
AST’tan hocalarım Vahide Perçin ve Altan Gördüm, İstanbul’da bir okul açıyoruz, senin de çalışmanı istiyoruz, dedi. Vahide Hoca, bir süre sadece asistanlığını yapmamı istedi. Ondan, ders yapmayı, program oluşturmayı öğrendim. Sonra bana emanet ettiler derslerini. Akademi 35,5’ta altı yıl öğretmenlik yaptım. Annem babam öğretmen, acaba onlardan gördüğüm için mi öğretmeye yatkınlık var yoksa mizacımda mı bu var? Bilgiyi paylaşmayı çok severim. Yine galiba sezgisel bir yerden, tüm öğrencilik hayatımda, okulun ilk gününden itibaren her şeyi not alıyordum.
2020 yılında gelen oyun teklifi Afife Ödülü’ne giden yolun başlangıcı olmuş. Nasıldı o süreç?
Kadıköy Emek Tiyatrosu kurucusu, sanat yönetmeni, oyuncu Pınar Yıldırım’dan bir gün bir telefon… Pandemi nedeniyle salonlar kapalı, açık havada oynamaya izin verilen dönemdi. Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun terasına sosyal mesafe gözetilerek 60 sandalye koyabiliyoruz. Üç kısa oyunu peş peşe oynayacağız. Biri, Herkes Kocama Benziyor, tek kişilik bir kadın oyunu. Metne baktım, Emre yönetirse oynarım, dedim. Hakan Emre Ünal, Tırnak İçinde Hizmetçiler’den yönetmenim. Birbirimizden habersiz Emre de diyor ki, Pınar oynarsa yönetirim. On günümüz vardı. Terasta altı yedi oyun oynadık. Havalar soğumaya başlamıştı, tekrar yasak gelmişti. Seyircinin, karakteri daha fazla dinlemek istediğini hissediyoruz. Ben daha fazla oynamak istiyorum. Yönetmenimiz de hep, oyun uzamak istiyordu, der. Doğaçlamalarla, eslerle, şarkılarla yirmi – yirmi beş dakikaydı. Evlere kapanmışken zoom görüşmeleriyle uzun versiyonuna ulaştırdık. 2021 Haziran’da yine açık havada oynadık. Hatta İzmir Şehir Tiyatroları sınavının ilk aşamasına girdim, aynı gün İstanbul’a döndüm, uzun versiyonu ilk kez oynadım, akşamına İzmir’de ikinci aşamaya girdim.
AFİFE ÖDÜLÜNÜ ALDIĞINDA “MOR ŞALVAR” İLE SAHNEDEYDİ
İzleyiciler, İç Anadolu ağzıyla, türkülerle sanki karşımızda tuvaletçi Ayten oturuyor, diyor. İnteraktif bir oyun. Bu sebeple başta kaçmışsınız. Karakterle bu kadar özdeşleşirken izleyiciyle de diyalog kurabilme dengesini nasıl kurdunuz?
Gelin de bana sorun! Kabuslar, mide ağrıları, korku… Oyun ilk geldiğinde korktum ve kaçtım. Çünkü hayalimdeki çok iyi oynama, layıkıyla karakter çıkarabilme hedefine yaklaşamazsam kendimi çok huzursuz hissederdim. Kendimi eğitmeye çalışıyorum. Mükemmeliyetçilik zarar veriyor bazı yerlerde insana. Pınar korkup kaçmak istediğimi hissetti. Bahaneler uyduruyordum; pandemi var, gelemem… O da dedi ki, kankacım on günün var, prömiyer tarihini ilan ettim, yapacak bir şey yok. Telefonu kapattı. İyi ki öyle yapmış. Hep diyorlar ya konfor alanından çıkmak… Korktuğumuz yerin üstüne gitmek, bizi geliştirir. Beni oyuncu olarak geliştiren bir oyun, Herkes Kocama Benziyor. Mide ağrılarına, kabuslu gecelere, çok zorlanmalara, abartısız binlerce kere provalara rağmen böyle bir şey çıkması beni bir yerden aldı, başka bir yere taşıdı. Bunu bu röportajı okuyan tüm tiyatro öğrencilerine, genç arkadaşlarıma naçizane tavsiye edebilirim.
Başarı kolay gelmiyor zaten.
Şans eseri bir kere olur, iki kere olur ama sürdürülebilir olmaz. Bizim işimizde yetenek önemlidir ama tek ihtiyacımız olan şey değildir. Bizim işimizde en önemli kriter, çalışmaktır. Bunu kendimden bilirim.
Afife Ödülü haberini aldığınızda sahnedeydiniz. Daha doğrusu haberi ilk siz almadınız galiba…
Muazzam heyecanlı bir gün. Törene gidemeyeceğim, İzmir’de oyunumuz var. Annemle babamdan, benim adıma gider misiniz, diye rica ettim. Afife’ye mahsus bir özellik; kazananlar ödül töreninde belli oluyor. Jüri dahil kimse bilmiyor. Aynı akşam İzmir’de Yücel Hoca’nın 60. sanat yıl dönümü etkinliği var. Sezonun ilk oyunu Mor Şalvar’ı, yenilenen İsmet İnönü Sahnesi’nde ilk kez oynayacağız, adaptasyon için prova yapıyoruz. Ben adayım ve alıp almadığım sahnedeyken belli olacak. Oyundan sonra Yücel Hoca’nın gecesine gideceğiz. Tüm kadro, oyun arkadaşlarım, gün boyunca bana o kadar güzel eşlik ettiler ki heyecanıma ortak oldular. Annemle babamın iyi olduğunu, salona vardığını öğrendim. Dedim ki interneti kapatayım, şimdi Mor Şalvar’ı düşünmek zorundayım. Telefonu sessize aldım. En İyi Kadın Oyuncu Ödülü sonlara doğru veriliyor. Tahminim şuydu; Mor Şalvar biter, ödül hala verilmemiş olur. Törendeki arkadaşlarımdan birini görüntülü arayacağım. Oyun bitti, telefonumu açtım, uyarılar çıkıyor, interneti kapattığımı unutmuşum. Açtım; mesajlar, fotoğraflar, videolar, cevapsızlar akmaya başladı. Oyun yazarı Gülin Dede Tekin’in mesajını açtım, “Aldın Pınar” yazıyordu. Arkadaşlarıma söyledim, büyük bir çığlıkla kostümler uçuşuyor havada. Yücel Hoca’nın gecesine gittik. Bir taraftan şarkılar, türküler söylüyoruz, bir taraftan sarılıyoruz. Zaman ilerledikçe idraki geldi. Evet, ben Afife aldım, diye ertesi gün akşama kadar uyumadım.
Ödül nasıl bir sorumluluk yükledi size? Eyvah deyip korktunuz mu yoksa daha şevkle mi sarıldınız?
Negatif duygu barındırmadı. Bir sorumluluk mu derseniz, samimiyetle söyleyebilirim ki eğitmenliğimde her sınıfa girdiğimde ya da her sahneye çıktığım, metni elime aldığım andaki sorumluluktan fazlasını hissetmedim. O duygu bende çok yüksektir. Ama neşe ve şevk mi getirdi, dediniz. Kesinlikle öyle. Gururu okşanıyor insanın. Bir hediye almak gibi. Görünür olduğumu, duyulduğumu, onaylandığımı gösteren bir hediye. Demek ki doğru yoldayım, dedirten.
Mor Şalvar da Herkes Kocama Benziyor da kadın oyunu. Afife Ödülünü, “tek başına görünse de kendi varlığında yüzlerce kadın, erkek, çocuk… koca bir dünyayı taşıyan kadınlara” ithaf etmişsiniz. Kadınları sahnede yansıtma işlevi var bu oyunların. Siz de bu konuda hassassınız sanırım.
Bizimki gibi toplumlarda doğup büyüyen kadınların hislerini hissederek büyüdüm. Etrafımdaki kadınları gözlemleyerek, yurdumuzdaki kadınlara şahit olarak. Bunlar canımızı yakıyor. Her birey uzmanlık alanında ne yapabilir, bu meseleyle ilgili. Hukuk fakültesini bitirseydim bir hukukçu ne yapabilir sorusu üzerinden ilgilenirdim. Ne mutlu bana ki bu meseleyi ön planda tutan iki oyunda oynuyorum. Söylemek istediklerimizi söyleyebiliyoruz. Seyircinin aklında ve kalbinde kıvılcım yakabiliyorsa kazancımız olur. İki oyunda oynadığım karakterler birbirine çok benziyor. Mor Şalvar’ın yönetmeni, öbür oyundaki rolümü bilmeden vermişti. İkisi de temizlik işçisi, belli bir hikayenin içinden geçiyorlar. Direklerarası Ödülü’nü “kendi sesini bulan kadınlara” ithaf etmiştim. Yönetmenimizin çok güzel ifadesidir; kendi sesini bulan kadın, Ayten karakteri. Mor Şalvar’daki Kevser de öyle hatta oyundaki tüm kadınlar. Kendi sesini bulma yolculuğundaki kadınlara ilham olmasını diliyoruz. Korunaklı camekan kulelerimizden söylemek kolay olabiliyor. Bu tarz eleştirileri sevgiyle kucaklamaya hazırım. İki oyunumuzu da hikayesini canlandırdığım kadınlara ulaştırabilmeyi dilerim.
Bu nasıl mümkün olur?
Herkes Kocama Benziyor’a siz geliyorsunuz gazeteci olarak, bankacı geliyor, öğretmen geliyor, o bileti alabilecek kişi geliyor. Ama asıl muhatabı, bir temizlik işçisi seyredemiyor. Bu içimde bir yaradır. Ulaştırabilmek için ne yapabiliriz?
Belki yaşadıkları yerlere gitmek gerek.
Evet, bakın, yine bir özeleştiri; konfor alanımızdan çıkmak… Hikayesini canlandırdığım kadınlara da bir gün oynayabilir miyim? Evet.
Oyundaki türküler biraz da aileden birikiminizle ortaya çıkmış. Orta Anadolu ağzı da öyle…
Ben Orta Anadoluluyum. Kendi ağzımız. O yüzden çok zorlanmadım. Başka bir ağız yapmam istense çok iyi çalışmam gerekirdi. Türkü repertuvarım iyidir. Müzik yapılan bir eve doğdum. Tüm sülalem çalar, söyler. Yönetmenimiz biliyordu bu özelliğimi. Dedi ki, Ayten karakteri türkü söylesin. Metinde yoktu. Elbette, “Bu oyuncunun bir malzemesi var, onu değerlendirelim”, anlamında değil. Kendi sesini bulma meselesinde kadının hem artık konuşmaya başlaması hem de özgürce şarkılarını söyleyebiliyor olması, karaktere türkü söyletmekteki maksadımızdı.
Mor Şalvar’da kadınlar illegal bir iş yapıyor ama bir dayanışma hikayesi diyebilir miyiz?
Kadın zaten destek olmak, yaratmak, üretmek, dayanışmak demek. Kadınlar erkeklerden çok daha kolay bir araya gelir, duygularını paylaşır, destek olmayı bilir. Yollarının kesiştiği, dayanışmak zorunda oldukları bir durum söz konusu. Yazarımız Ferhat Lüleci de bunu öne çıkarmak istemiş. Aslında orijinal halinde onları negatif son bekliyor. Yücel Hoca demiş ki, hayır, kazansın bu kadınlar, bir galibiyetleri olsun. Yönetmenimiz Ufuk Aşar yazarımızla konuşuyor ve yeni bir final yazılıyor.
Sahnede kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Amansızca aşığım işime. Sahnede olmak, bir metni çalışmak, karaktere biraz uzaktan, biraz yakından bakmak, onunla hemhal olmak, seyirci karşısına çıkmak büyülü bir duygu. Oyuncu olmasaydım da her ne yapıyorsam elimden gelenin en iyisini yapmak isterdim. Elinden gelenin en iyisini yapma çabası bizi her zaman doğru yerde tutar.
ÖDENEKLİ TİYATROLARIN AVANTAJI İZMİR’DE KENDİNİ GÖSTERDİ
Hikayenin şimdiki zamanında ise İzmir Şehir Tiyatroları var. Nasıl karar verdiniz?
İzmir Şehir Tiyatrolarının kurulacağı zaman zaman kulağımıza çalınırdı ama hiç öyle bir niyetim yoktu. Sınav ilan edilince kesinlikle Yücel Erten ismi etkili oldu. Genel sanat yönetmeni başka bir isim olsa bilmiyorum başvurur muydum? Herhalde hayır.
Şehir Tiyatroları neden önemlidir?
Kamu tiyatrolarını, devlet tiyatroları ve belediye tiyatroları olarak ikiye ayırabiliriz. Kamu tiyatrosu ya da ödenekli tiyatro dediğimiz şeyin avantajı, ödeneğini devletten ya da belediyelerden sağlıyor olması. Dolayısıyla daha büyük prodüksiyonlara ev sahipliği yapabilmesi, daha kalabalık kadroları barındırabilmesi; dekordan, kostümden sorumlu ayrı memurların olması yani görev dağılımının sağlıklı yapılabilmesi gibi avantajları olur. Otuz kişilik bir Shakespeare prodüksiyonuna her özel tiyatro kalkışamaz. Kalkışırsa da oyuncu aynı zamanda dekorcudur, kostümcüdür, terzidir, aksesuarcıdır, yönetmendir, ışıkçıdır. Bir de farklı bir görgüsü ve hizası oluyor ödenekli tiyatroların. Çünkü yeni nesiller, büyük isimlerden görerek yetişiyor. Gelenek aktarımı olabildiği için bir hiza vardır. “İzmir Şehir Tiyatroları 70 yıllık bir rüya idi, gerçekleşti. Ödenekli tiyatroların avantajı, İzmir’de kendini gösterdi. Birinci yılında emekleyen bir bebekti, ikinci yılında yürümeye başladı, üçüncü sezonuna başladı, herhalde artık dillenecek. En sevilecek yaşları Üçüncü yaşına girerken altı yetişkin, iki çocuk toplam sekiz oyunu var. Dokuzuncu, Ekim’de prömiyer yapıyor. Ne mutlu bize ki kurulduğumuzdan beri tüm oyunlarımız kapalı gişe oynanıyor.”