Sinema tarihinin en özel ajanlarından biri olmayı başaran James Bond son filmi “Ölmek İçin Zaman Yok”ta ölmüş olsa da 007’nin maceraları devam edecek. Geride kalan 60 yılda Bond, kendine özel bir efsane yaratmayı bildi. Dünyayı her daim kurtaracağına inandırdı bizi ve modern zamanlarda alıcısı olan bir erkek modeli sundu.
Lakin ilham kaynağı hep tartışmalıydı. Bond’un Mustafa Kemal’i 1920’lerde takip eden İngiliz ajanlandan Wilfred ‘Biffy’ Dunderdale’dan esinlenerek yazıldığı yıllar sonra ortaya çıktı. Yıllarca ajanlık yapan Bond’un yazarı Ian Fleming’in Türkiye’ye olan özel ilgisinin çok da sevecen olmadığıyla ilgili iddialar ne yalanlandı ne de doğrulandı. Ve bu iddialar varlığını bugünlere kadar sürdürdü.
YAZI: OLKAN ÖZYURT
Sinema tarihinin en ikonik ve karizmatik karakterlerinden biri James Bond… Bir efsane… Öldürme yetkisine sahip özel ajan olarak dünyanın kurtarıcısı… Lakin son filmi “Ölmek İçin Zaman Yok”ta yüzüne karşı söylendiği gibi dünyayı daha iyi bir yer yapmak için insanları yok eden biri aynı zamanda. Onca kötü adam olarak çizilen karakterlerle ortak yanı da bu galiba. Bir farkla, onlar var olan düzeni değiştirmek için radikal eylem planlarıyla insanları öldürmek isterken James Bond da kötü adamların planlarını boşa çıkarmak için onları yok ediyor. Tuhaf bir illüzyonun içinden ona bakarken kötü adamları “hırslı, bencil ve egosantrik” görüp sevmiyor, ölmelerine üzülmüyoruz. Ama James Bond, var olan düzeni korumak için aynı eylemi yapınca yani onları öldürünce bizim için kurtarıcı bir kahraman haline geliyor. Bunun için onu çok sayıyor ve seviyoruz. Hikayenin gücü, sinemanın büyüsü denebilir bu duruma belki.
“Ölmek İçin Zaman Yok” filminde bildiğimiz haliyle James Bond sinemaya veda ederken aslında edebiyat ama daha ziyade sinemada oluşturduğu kendi personasının da sorgulanmasına izin verdi. 60 yıldır maceradan maceraya koştuğu filmlerinde şiddet dolu bir geçmişi olduğu kabul edildi.
Peki, kimdi James Bond? 20. yüzyılın popüler kültürünün bize cilalı bir imajla sunduğu ve bizim de seve seve kabul ettiğimiz bu adam, gerçekte nasıl doğdu?
İlk planda Soğuk Savaş’ın sinemadaki bir propaganda kahramanı olarak düşünülebilir. 2. Dünya Savaşı sonrasında karizması çizilen İngiliz istihbarat biriminin sahadaki üstünlüğünü rakiplerine kaptırmasının sonucu, önce edebiyat dünyasında sonra da sinemada yarattığı kurmaca bir kahraman. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak nam salan İngiltere’nin artık üzerinde güneş batan bir devlet haline geldiği zamanlarda ortaya çıkan bir kurmaca kahraman hem de… Ki bu yönüyle de hâlâ başarılıdır. Neticede ABD dahil hiçbir ülke onun kadar ikonik bir özel ajan yaratamadı kurmaca dünyada.
Fakat James Bond’un yazarı Ian Fleming’in geçmişi düşünüldüğünde biraz daha kapsamlı düşünmemiz ve bu özel kurtarıcı kahramana farklı bakmamız gerektiği de bir gerçek.
Ian Fleming ile “The Sunday Times”ta birlikte çalışan Godfred Smith’in yazdığı bir makalede, yazarın, keskin bir zekaya sahip, mücadeleci ama aynı zamanda serinkanlı biri olduğunu biliyoruz. Tıpkı James Bond gibi bir zamanlar o da majestelerinin gizli servisinde çalışmış ve istihbaratçı olarak dünyanın her yerine mekik dokuyacak kadar hızlı bir hayat sürmüştü. 2. Dünya Savaşı sırasında Churchill ve Roosevelt arasındaki Washington’daki görüşmede bulunacak kadar üst düzey bir istihbarat kişisiydi. CIA’nın oluşumda kritik bir görev aldığını yine bu makaleden öğreniyoruz. Operasyonlar planlayan ve James Bond kitaplarındaki maceralardan farksız katakulliler çeviren bir ajan olduğunu öğrenmek de bu yüzden şaşırtıcı gelmiyor.
Yazar Ian Fleming ile Ajan Bond arasındaki benzerlik
Fleming, savaş sonrası gazeteci ve yazar olarak hayatına devam etmiş olsa da çok iyi bildiği bir dünya içinde yarattığı James Bond karakteriyle özel bir yazar olarak anılageldi bugüne kadar. Netice itibarıyla, James Bond’un hep Ian Fleming’in tüm geçmişine rağmen olmak istediği ama gerçek hayatta bir türlü olamadığı bir ajanın ta kendisi olduğu düşünüldü. Smith, makalesinde; arabalar, havyar, güneş, deniz, ilginç aletler ve kızlar gibi pek çok konuyu düşündüğünde Fleming ile James Bond arasında bir benzerlik kuruyor. Açıkçası Fleming de James Bond’un fantazi bir karakter olsa da kendi olamadığı kişilik olduğu düşüncesine pek de itiraz etmediği için bu düşünce uzun yıllar boyunca kabul gördü. Böylece 007’yi, Ian Fleming’in yaşadıklarından ilham alarak yazdığı sonucuna varıldı…
Ta ki 2010’a kadar. 2010’da İrlandalı Prof. Keith Jeffrey “MI6-The History of The Secret Intelligence Service: 1909-1949” (MI6-Gizli İstihbarat Servisi’nin Tarihi:1909-1949) adlı kitabında Bond’un ilham kaynağının İngiliz ajan Wilfred ‘Biffy’ Dunderdale olduğunu açıkladı. MI6 arşivlerine izinle giren tek araştırmacı olan Jeffrey, bir söyleşisinde “Benim bu dediğimi ilk ağızdan Ian Fleming doğruladı. James Bond’u Mustafa Kemal’i 1920’li yıllarda izleyen Ajan Dunderdale’dan esinlenerek yarattığını kendisi de belirtti. Ajan Dunderdale, Fleming’in arkadaşıydı. Yıllar sonra o dönemdeki casusluk çalışmalarını Bond’un yaratıcısıyla paylaşıyor. Ve böylece Bond karakteri ortaya çıkıyor” diyerek bu ilham meselesine noktayı koydu.
Tarih tuhaf tesadüflerle dolu. James Bond ile Mustafa Kemal Atatürk yan yana gelebilir mi? Ama geliyor işte…
Dunderdale, İngiliz istihbaratının efsanevi ajanlarından biri. Bond gibi hızlı bir ajan, arabalara, kadınlara düşkün, şık giyinen bir ajan. Anlatılanlar İngiliz istihbaratında çok önemli görevler üstlendiği yönünde…
MI6’in arşivlerindeki belgeleri inceleyen Prof. Keith Jeffrey, Dunderdale’in 1920’lerin başında ajan olarak İstanbul’a gönderildiğini söylüyor. Dönemin İngiliz hükümeti, 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, iyice zayıflamış bir Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşamasından yana… Lakin Mustafa Kemal’in ‘Ya İstiklal Ya Ölüm’ diyerek başlattığı bağımsızlık hareketi onları tedirgin ediyor ve Milli Mücadele süreci İngiliz ajanlar tarafından yakından takip ediliyor. Fakat amaç ve niyetler farklı olduğundan ya da Mustafa Kemal Paşa ve hareketi küçümsendiğinden olsa gerek bu bağımsızlık girişiminin başarısız olacağına dair raporlar gönderiliyor sahadaki ajanlardan merkeze. Tarihin akışı farklı oluyor. Mustafa Kemal Paşa’nın mücadelesi başarılı oluyor, Osmanlı İmparatorluğu yıkılıyor ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor…
Dolayısıyla James Bond’a ilham veren Wilfred ‘Biffy’ Dunderdale, MI6 için başarılı bir ajan olmuş olsa da bizim tarihimizden bakıldığı zaman çok da başarılı görünmüyor!
Bu hikaye aslında yazar Ian Fleming’in Türkiye’ye olan özel ilgisini de anlamamızı sağlıyor. Bilenler bilir, Fleming Türkiye’ye karşı fazla ilgili bir yazardı. Bu ilginin bir başka yönü daha var. Dönemin önemli komutanlarından Sabri Yirmibeşoğlu’nun “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı” dediği o Türk tarihinin kara günlerinde yani 1955’te Ian Fleming, -ki henüz James Bond kitaplarını yazmamıştı- Türkiye’deydi. Yazar “İstanbul’a Interpol toplantısına katılmak için geldiğini” söyler daha sonraları. O günlerde Fleming’in çalıştığı “The Sunday Times”ta “İstanbul’da büyük ayaklanma” başlığıyla bir haber çıkar. Haber imzasızdır ama kanlı canlı bir anlatım vardır ve haber görgü tanıklığına dayanır. İddia şu ki bu haberi Fleming yazmıştır. Doğru olabilir mi? Olabilir, eee ne de olsa o bir MI6 ajanı.
Ki James Bond, 60 yıllık tarihinde üç kere Türkiye’ye uğradı; ilki 1963 yapımı “Rusya’dan Sevgilerle” filmiyle, ikincisiyse 1999’daki “Dünya Yetmez”le. Bu macerasında Boğaz’da nükleer bir patlamanın gerçekleşmesini engelledi. 2012’de “Skyfall”da geldiğindeyse İstanbul-Adana-Fethiye hattında dolaştı. Ya Fleming? Onun da 1955’teki ziyareti dahil Türkiye’ye birçok kez geldiği biliniyor. James Bond’un 60. yıldönümünde tüm bunları anlatmamızın sebebi aslında Bond ve Ian Fleming ile ilişkimizin, sadece popüler kültür ikonu ile kurulacak bir ilişki olmaması… Bond’u sevsek bile bunları bilerek sevmek gerektiği inancı.
Bond’un başarısı sunduğu erkek profilinde
Peki, biz dahil tüm dünya neden Bond’u bu kadar çok sevdi? Aslında Bond, bir yandan sinemada İngiliz istihbaratının sahada çizilen imajını düzeltirken bir yandan da dünyayı ancak bir İngiliz’in kurtaracağı fikrini işledi sinemada. Hollywood yıllarca Bond’un oluşturduğu bu imajı yıkmak için sayısız ajan çıkardı filmlerde karşımıza. Ama onun karizmasına erişecek bir ajan ortaya koyamadı. Bunda bir ajandan ziyade Bond’un modern dünyaya bir erkek profilini sunmasının etkisi de büyüktü. İyi giyimli, centilmen, salon erkeği olduğu kadar sahada her türlü tehlikeyi göze alabilen, daima güzel kadınlarla ilişki kuran, flörtöz bir erkek profiliydi bu. Ve alıcısı da çok oldu. İşin püf noktası biraz burada. Böylesi bir erkek modeline kimse kayıtsız kalamadı. Bir rol modeline dönüştü Bond. Biraz da bunun için James Bond’u oynayacak aktörler çok önemli oldu. Bu profili taşımaları hayati önem arz ediyordu. 27 filmlik James Bond macerasında Sean Connery ve Roger Moore yedişer defa, Daniel Craig beş defa, Pierce Brosnan dört kere, Timothy Dalton iki, George Lazenby ile David Niven birer defa James Bond’u canlandırdı. En kötü Bond, George Lazenby kabul edilir. James Bond deyince ilk olarak Sean Connery akla gelir. Lakin Roger Moore’un hayranları da az değildir. Daniel Craig ise son erkek James Bond olarak bu ikilinin arkasından hafızalardaki yerini aldı.
Son filmde James Bond’un ölmesi de aslında bu erkek modelinin geçerliliğini yitirmesiyle ilgili. Çünkü 007’nin macerası bitmedi. Sadece James Bond öldü. Günümüz dünyasında James Bond, rol modelliği işlevini bir anlamda yitirdi. Sinemada artık kadınların da esaslı ajanlar olabileceği görüldü. Kadınların biraz da ikinci planda kaldığı James Bond dünyasının artık günümüz normlarıyla uyuşmadığı ortadayken erkek bir James Bond’un ölmesi gerektiğine karar verildi…
Ancak bu durum Bond’un yarattığı efsaneye halel getirmiyor. Bugüne kadar 27 Bond filmi çekildi. 1967’deki “Casino Royale” ile 1983’teki “Asla Asla Deme” kimi telif açmazları nedeniyle farklı yapımcılar tarafından çekildiği için 25 resmi Bond filmi olduğu kabul ediliyor. Resmi, gayrıresmi Bond’un 27 macerasını dünyada bugüne kadar toplam 1,5 milyardan fazla insan izledi. Toplam yapım maliyeti 1,3 milyar dolar olan Bond külliyatı yapımcısına yaklaşık 6,5 milyar dolarlık bir gelir getirdi. En kârlı film ise 1 milyon dolara çekilip 72,1 milyon dolarlık hasılat elde edilen 1962 yapımı “Dr. No” oldu.
Umberto Eco’nun dokuz maddelik Bond analizi
James Bond her ne kadar İngiliz olsa da ABD Başkanı John F. Kennedy onun hayranlarından biriydi. Bir başka hayranı ise usta edebiyatçı ve yazar Umberto Eco’ydu. Eco’yu anmamızın bir başka sebebi ise Bondolojist olması. Eco, Bond romanlarını analiz ederek olay örgüsüyle ilgili dokuz maddelik bir çıkarım bile yaptı:
1) Gizli servisin başkanı M, Bond’a tehlikeli ve gizli bir görev verir.
2) Bond ve kötü karşılaşır.
3) Bond oynar ve kötüye ilk darbeyi vurur (ya da tersi).
4) Bond ve kadın karşılaşır.
5) Bond ile kadın arasında erotik ilişki ve yakınlık kurulur.
6) Kötü, Bond’u yakalar (kadınla birlikte veya yalnız).
7) Kötü adam Bond’a işkence eder (kadınla birlikte veya yalnız).
8) Bond, kötüye nihai darbeyi vurur.
9) Bond iyileşir, kadınla görüşür ama kadını kaybeder.
Her macerasında farklı ülkelere gidip dünyayı kurtaran James Bond’un neredeyse gezegenimiz yüzeyinde ayak basmadığı yer kalmadı. Ama Bond, en çok Roger Moore zamanı gezdi. 17 ülkeyi dolaştı. En çok da ABD ve İtalya’ya gitti. Hatta hızını alamayıp 1979’da “Ay Harekatı” filminde Ay’a bile çıkmışlığı var. Yani dünyayı kurtaran kahraman olarak adının anılması boşuna değil…
Bond Kızları
Bir başka önemli ayrıntıya gelirsek. Bond’un imajı her ne kadar bekar ve çapkın erkek olarak çizilse de “Kraliçenin Hizmetinde” adlı 1969 yapımı filmde 007’nin evlendiğine şahit oluruz. Bir suç patronunun kızı Teresa di Vicenzo’yu (Diana Rigg) intiharın eşiğinden kurtaran Bond, Di Vicenzo’nun kumar borçlarını da ödedikten sonra onunla evlenir. Fakat gelin, düğün günü öldürülür. Bond da sonraki hayatına dul bir erkek olarak devam eder. Son maceralarında Bond’un Madeleine Swann’a (Lea Seydoux) fena halde gönlünü kaptırdığını da söyleyelim. Öte yandan sinemada Bond kızı olmak da önemliydi. Sinemada 40’tan fazla kadın oyuncu Bond kızı unvanını aldı. Ursula Andress, Shirley Eaton, Famke Janssen, Jill St. John, Claudine Auger, Honor Blackman, Maud Adams, Lois Chiles, Diana Rigg, Halle Berry, Britt Ekland, Teri Hatcher, Barbara Bach, Eva Green, Daniela Bianchi, Sophie Marceau, Berenice Marlohe son olarak da Monica Bellucci ile Lea Seydoux Bond kızı olarak aklımıza kazınan isimler. Peki, kimler unutulmazdır derseniz, Ursula Andress’in “Dr. No”da bikiniyle denizden çıkışı ve Shirley Eeton’ın “Altın Göz”deki ‘altın’ halini kim unutabilir ki? Son bir not, Bond tüm filmlerinde 57 kadınla birlikte oldu.
James Bond’un 60. yılında bir döküm yapınca böylesi sonuçlar ortaya çıkıyor işte. Bond’un tarihine tanıklık eden birkaç isimden biri fotoğrafçı Terry O’Neill oldu. O, 50 yıl boyunca James Bond filmlerinin setinde cirit attı. Objektifine pek çok an yansıdı. Bu kareler Caretta Yayıncılık’tan çıkan Bond Efsanesi kitabında yayımlandı. Bond efsanesiyle ilgili birçok ayrıntıya da bu kitaptan ulaştık.
Zaman ne getirir bilinmez. 007 maceraları muhtemel bir kadınla devam edecek. Ve ajan dünyasında yeni bir sayfa açılacak. Yıllar geçer onun macerasını da başka birileri yazar…