RÖPORTAJ: HALİME SÜREK KAHVECİ
Başarılı piyanist ve besteci AyşeDeniz Gökçin, pandeminin ilk aylarında Facebook üzerinden verdiği 24 konser ile tüm dünyadan, binlerce kişiye ulaştı. Pink Floyd ve Nirvana gibi rock gruplarının çok bilinen şarkılarını, klasik müzik tarzında düzenlediği çalışmaları çok beğenilen genç sanatçı ile müzikal yolculuğunu, klasik müziği, kendi oluşturduğu bir müfredatla herkese piyano çalmayı öğrettiği “Borderless Piano Academy” (Sınırsız Piyano Akademisi) projesini konuştuk…
Bazı sorular vardır, çok klişedir ama gücünü de buradan alır. Tıpkı bir sanatçıya “Sanat hayatınız nasıl başladı?” diye sormak gibi… AyşeDeniz Gökçin’in müzikle ilgisi küçük bir çocukken başlamış ama daha da öncesi var:
“Ben doğduğumda evde piyano vardı. Annem ve ablam biraz çalmışlar ama bırakmışlar. Kendimi bildiğim ilk andan itibaren piyano çalmak istedim. Ellerim küçük diye derslere başlamıyordu hocalar. En sonunda beş buçuk yaşındayken piyano dersi almaya başladım. Annem, bana yedi aylık hamileyken Mozart’ın hayatını anlatan bir filme gittiğini, benim film boyunca çok hareket ettiğimi söyler. Öyle ki sinemada doğum yapacağını zannetmiş. Film arasında ben yine sakinleşmişim. Orada anlamış annem müzisyen olacağımı. Çok utangaçtım ama söyleyemediğim şeyleri, piyanoda rahat aktarabiliyorum. Altı yaşında elimi yüzümü yıkamadan piyano çalmaya başlıyordum neredeyse.”
Altı yaşında katıldığı yetenek yarışmasında ünlü orkestra şefi Hikmet Şimşek tarafından fark edilip “Harika Çocuk Yasası” ile yurt dışına gönderilmesi önerilmiş. “Babamın, bir önerisi olmuştu; bizim kızımız çok küçük. Onu yurt dışına göndermek için harcanacak miktar ile ülkemize bir hoca getirseniz, hem daha fazla çocuğa yardımcı olur, diye. Bu ülkemizdeki sistemi değiştirmek için de harika olurdu. Çünkü o dönem hiç kaynak yoktu. Nota ısmarlıyorduk yurt dışından, gelmesi üç hafta sürüyordu” diyor, babasının önerisinin kabul edilmediğini de ekliyor. AyşeDeniz Gökçin, 10,5 yaşında Ukrayna’da bir yarışmada ünlü Juilliard Müzik Okulunun yöneticisinin dikkatini çekmiş ve davet edilmiş. Bunları anlatırken gülümsüyor ve kısa bir duraklamanın ardından devam ediyor:
“Dünyaca ünlü bir Bach yorumcusu vardı; Rosalyn Tureck adında. Bizde eserleri vardı. Babam, soyadından ötürü Türk olabileceğini düşünüp mektup yazmış ona, dokuz yaşındayken çaldığım Bach konçertosunun da kaydını yollamış. Tureck, beni dinlemek için Oxford’a çağırdı. O sıralar 80 yaşından fazlaydı. Gittim ve ona çaldım, Juilliard yerine onunla çalışmamı istedi. Tureck, İspanya’ya taşınıyordu. Ben de annemle birlikte İspanya’ya taşındım. Aile bölündü diye depresyona girdim, derslerde çok şey öğrendim ama benim için zor bir dönem oldu. Altı ay sonra Türkiye’ye döndük.”
YAPTIĞIM MUHTEŞEM MÜZİĞİ BAŞKALARI NEDEN SEVMİYOR?
Bu kez geldiğinde çeşitli zorluklar yaşamış. “O sıralarda, o yaşlarda kimse klasik müzik dinlemiyordu. Yaptığım muhteşem müziği başkaları neden sevmiyor, diye kendime soruyordum” diyen AyşeDeniz Gökçin, ortaokul ve lise yıllarının biraz zor geçtiğini söylüyor. Peki, ya müzik eğitimi? Türkiye’de ders verecek hoca olmadığı için her beş haftada bir Ukrayna’ya gittiğini, iki günde 12 saat ders alıp o derslerin video kaydını tekrar tekrar izleyerek çalıştığını anlatıyor. Klasik müziğin gençlerle buluşması için icra edenlere de büyük görev düştüğüne dikkat çekiyor bu arada. “Ben çalmayı çok sevsem bile konserlerde sıkılır, uyurdum. Çünkü gerçekten seve seve çalan orkestra çok az” diyen AyşeDeniz Gökçin, katıldığı bir yaz okulunda da Eastman Müzik Okulu yöneticilerinin davetiyle eğitimine ABD’de devam etmiş. Dolu dolu geçen o yılların ardından rotasını İngiltere’ye Kraliyet Müzik Akademisine çevirmiş. Londra’da ilk yıl, 135 konsere gitmiş. “O kadar güzel etkinlikler vardı ki gözüm döndü. Tüm paramı tiyatro, opera ve bale temsillerine harcadım” diye anlatıyor.
OTURUP EMINEM DİNLİYORDUM MOZART ÇALIYORDUM
Master eğitimin ardından gençlerin ilgisini çekebilecek konserler hazırlama misyonu üzerinde durduğunu anlatan AyşeDeniz Gökçin, viral olan ilk çalışmasının da bu dönemde ortaya çıktığını belirtiyor. Pink Floyd’un The Wall şarkısını yorumladığı çalışmanın ardından turneler başlamış, teklifler yağmış. “Müziği hiçbir zaman sadece müzik olarak algılamadım. Hep daha derin bir amacım vardı; tüm insanlarla birlikte olmak. Konserleri de heyecanlı kılan bu” diye anlatırken, bilen ya da yeni öğrenmeye başlayan herkes için uygun bir müfredat sunduğu Sınırsız Piyano Akademisine geliyor söz. Klasik müziği, başka türlerle yakınlaştırarak öğrenmeye ve çalmaya olanak tanıyan bu metodun online olarak tüm dünyada uygulanabilmesinden de mutlu. Bu yöntem aslında biraz da onun “klasik” eğitimin sınırlarına isyanı gibi:
“Sahnede kendim olmayı seviyorum. Ortaokulda spor ayakkabı ile çıkmak istemiştim konsere, herkes saygısızca olduğunu düşünüp şoke olmuştu. Oysa ben spor ayakkabı giyen bir çocuktum. Klasik müzik konusunda çok ukalaca davrandığını düşündüğüm bir kesim var. Örneğin, alkışlamak yasak, diyorlar. Ki bu da yanlış. Eskiden herkes istediği gibi alkışlıyormuş. Güller fırlatılıyormuş sahneye. Zamanın rock müziği gibi bir şeymiş klasik müzik de. Şimdi, sanki müzeden çıkmış gibi davranılması bana tuhaf geliyor. Piyano dersi aldığım ilk yıllarda rock, pop, caz çalmam zaten yasaktı. İlk hocalarım elletmezlerdi bile o parçaları. Lisede Metallica, Nirvana dinledim. Ama bunları dinliyordum, çalmıyordum. Çalmak aklıma gelmiyordu. Oturup Eminem dinliyorum ama Mozart çalıyorum. İnanılmaz bir ikilemdeydim. Oysa bence bu, müzik ayrımcılığı ve gerek yok buna. Metallica, Pink Floyd ve Nirvana’nın şarkı sözleri çok derin ve anlamlı.Tüm sosyal hareketlerin müzikteki yansımasını gösteriyorlar ve onları kalıcılaştırabilecek olan şeyin klasik müzik olduğunu düşünüyorum. Çünkü klasik müziğe en yakın tarz aslında rock.”
Geçen yıl çıkardığı Dreamscape albümündeki parçalardan biri “Adımı Dağlara Yaz” ismini taşıyor ve bir de hikayesi var:
“Yurt dışında eğitim alırken Türk sanatçılar hakkında arkadaşlarımla konuşurdum. Bazı şarkı sözlerini çevirirdim. İbrahim Tatlıses’in şarkılarını çevirdiğimde arkadaşlarıma çok romantik geliyordu. Onun bir şarkısında geçiyordu ‘adını dağlara yazarım’ sözü. Arkadaşlarım ‘Aşk böyle olur’ diyordu. Bu parçanın adı da biraz oradan geliyor.”