Tiyatro yapmak için tüm güçlerini birleştiren 12 arkadaşın hayaliyle fitili ateşlenen bir proje, Moda Sahnesi… Ancak projenin hayata geçmesi, tiyatroya gönül vermiş isimlere destek olanların kolektif katkısıyla mümkün olmuş. Geride bıraktıkları 10 yılda, binlerce tiyatroseveri çok sayıda nitelikli oyunla buluşturan Moda Sahnesinin kurucularından Kemal Aydoğan, “Motivasyonumuz para kazanmak değil, oyun seyrettirmek, oyun üretmek, tiyatro üzerinden insanlarla etkileşim kurmak. Tiyatroyu ortak bir dilin aracı gibi kullanmak istiyoruz” diyor.
SÖYLEŞİ: ASLI ÖRNEK
İstanbul’da Anadolu yakasının en önemli kültür sanat merkezlerinden biri olan 40 yıllık Moda Sineması, bakıma muhtaç bir hale gelmişken sahibi Yalçın Yeğiner bir arayışa girdi. Salonun sinema yerine kültür merkezi olarak yaşamına devam etmesini istiyordu. Bunu duyan ve yer arayışındaki 12 arkadaş, burayı dönüştürme ve kültür sanat merkezi olarak işletme işini üstlenmek üzere yola koyuldu. Takvimler 15 Ocak 2013’ü gösterdiğinde başladıkları inşaat işleri, Ekim 2013’te tamamlandı. Ama ne tamamlanma… İrfan Varlı, Selçuk Aydoğan, Kemal Aydoğan, Onur Ünsal, Barış Yaman, Bengi Günay, Mert Fırat ve Timur Acar’ın da aralarında bulunduğu 12 ortaklı mekana, sadece tiyatroya gönül veren oyuncu, yönetmen ve çalışanlar değil Kadıköylüler de el attı, hep beraber bu mekanı kurdular. Kimi taşlarını kırdı, kimi içeriden çıkan molozları taşıdı, kimi yemek yaptı. Hatta bu görüntüler bir video işine dönüştü, tiyatro izleyicisiyle de mekandaki ortak alanda buluştu. Acısıyla tatlısıyla geçen 10 yılda özenle hazırlanan oyunlar, başarılı ve ünlü isimlerin performanslarıyla sahneye geldi. Tiyatro meraklıları oyunları izleyebilmek için aylar öncesinde yer bulmaya çalıştı ama çoğunlukla uygun fiyattaki biletler nedeniyle ya buldu ve sevindi ya da bulamadı, şansını başka başka zamanlarda yine denedi. Moda Sahnesinin kurucularından, yönetmen Kemal Aydoğan’a tiyatrolarının dünden bugüne gelişimiyle ilgili aklımıza gelenleri sorduk, o da cevapladı.
Moda Sahnesinin dolu dolu geçen 10’uncu yaşını kutladınız. Dünden bugüne ne değişti? Başladığınız güne göre zorlanıyor musunuz?
Ne değişti? Başladığımız güne oranla zorlanmıyoruz. İlk başı daha zordu çünkü çok borcumuz vardı. Sonra hesapladık, yaklaşık 1,5 milyon euro ödemişiz buraya… Geldiğimizde buranın hiçbir şeyi yoktu, her şeyi attık. Her şeyi, amele gibi çalışarak biz yaptık.
Amele gibi çalışarak derken her biriniz inşaat bilir miydiniz peki?
Şöyle; burada üç arkadaştık. Biri Rizeli, biri Trabzonlu, ben de Artvinli. Bunlar zaten kendiliklerinden inşaat bilerek doğuyorlar. (Gülüyor). Babam da topograftı. Dolayısıyla inşaat projeleri çizerdi. Diğer iki arkadaşım da biri İrfan (Varlı) teknik müdürümüz, öbürü de Orhan Tozkoparan. Biz üçümüz, Oyun Atölyesini de birlikte yapmıştık. Benim ondan önce de Tiyatro Stüdyosu ve daha da önce Üsküdar’daki Kerem Yılmazer Sahnesi deneyimim var. Bu, benim üçüncü binam. Bu üç binayı da sıfırdan yaptık diyelim.
YENİ MEKANIMIZI BİZ KURGULASAK GÜZEL OLUR
Kuruluşlarında olduğunuzu biliyorum ama bire bir inşaatı burada gördüm mesela…
Tabii, sıfırdan başlayarak Oyun Atölyesinin her şeyini biz yaptık; İrfan, ben, Orhan. Dolayısıyla bizim çıraklık mekanımız Oyun Atölyesiydi. Burası kalfalık mekanımız. Şimdi, ustalık mekanımız için denk gelecek yer arıyoruz.
Kadıköy’de mi olacak yine?
Yok ama olsa ne güzel olur! Şu an nerede rast gelirsek orada diye bakıyoruz. Keşke mümkün olsa da topraktan alıp biz kurgulasak… 500 metrekare bir alan verseler ,biz orayı tiyatro olarak tasarlasak… Şimdi boş bir arsa galiba ütopya gibi.
Sizin bahsettiğiniz süreç, her şeyi bilmeyi gerektiriyor. Hem tiyatro mezunu olup hem bu kadar inşaatçılıktan anlamak nasıl oluyor?
Ben bir tiyatro okulu bitirdim, Dil Tarih Coğrafya mezunuyum. Ankaralıyım, orada okudum. 1989 yılında Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde sahne işçiliğine başladım. Sahne işçiliğinin de her aşamasında çalıştım. Işık, efekt, dekor yaptım; kısacası tiyatronun işçilik alanında da mesaim var ve orayı bilirim. Hem işçilik hem de artistik düzeyde üretim aşamasında bulununca teknik düzeyde de zorlukları görüyorsun, neye ihtiyaç olduğu artık bilinir oluyor. İrfan ve Orhan’la çok uzun yıllar birlikte çalıştık. Dolayısıyla arada ortak bir dil oluşuyor. Buranın ameleliğini, bu dediğim şahıslar, Moda Sahnesi kurucuları ve yakın çevremiz, hep birlikte yaptık. Her gün burada 30 kişi vardı. Bir kısmı molozları çuvallara dolduruyordu; bir kısmı yemek ve temizlik yapıyordu. Biz hiç amele parası vermedik. Buranın varsa bir kuvveti, burayı oluştururkenki, o ortak terden kaynaklanıyor.
Gelip “Ben ilk aşamasında vardım” diyenler oluyor mu?
Oluyor, tabii. Biz hatta onlar için bir video yaptık, hepsinin adını orada geçirdik, fuayede de yayımlıyoruz. Bir tencere yemek getiren de var listede, moloz taşıyan da var; çok uzun bir liste. Moda Sahnesi, kurucuları ve buraya emek verenlerin yaydığı enerjiyle yani kolektif etkiyle kuruldu diyebilirim. Bu istediğimiz bir şeydi ama pratiğe dökülmesi bazen zor olabiliyor, burada her şey kendiliğinden gelişti.
Siz sıklıkla ortak yaşam algısı üzerinde duruyorsunuz, bunu sağlayacak olan da tiyatro ve sanat galiba; buluşma noktası…
Aynen öyle, topluluk kurma becerisi tiyatroda var. Değişik kimliklerden insanlar, yan yana oturuyor. Birlikte ağlıyor, gülüyor, öfkeleniyorlar. Bunu bir oyunun çerçevesinde yapıyorlar. Bu bence iyi bir model. Ama politika bu modeli önemsemiyor ve bunun yaygınlaşıp çoğalmasını da istemiyor. Özel tiyatroların büyük kısmının televizyon ünlüsü insanları kullanmanın ötesinde, toplumsal olaylara temas edecek, müşteri değil seyirci üretecek mekanizmaları olmadığını ben, kendi adıma söyleyebilirim.
“CANER, AİLEDEN SANATÇI VE ÇOK İYİ BİR OYUNCU”
Ama şöyle de bir şey var; siz Shakespeare’i ve Othello’yu çok iyi bilen birisiniz. Orada da Caner Cindoruk oynuyor ki, ona da televizyon ünlüsü denebilir.
Ama Caner, 14-15 yaşında Adana Şehir Tiyatrosunda başlıyor. 25 yaşına kadar dekor, kostüm, sahne işçiliği ve oyunculuk yapıyor. Şu an piyasada tiyatro yapıyorum diyenden daha çok tiyatrosu var. Caner, İstanbul’a gelince ünleniyor. Ben Caner’le altı oyun çalıştım. İnsanın başına ünlü olmak gibi bir felaket geliyor tabii ki. O yetenek denen şey; herkesin gördüğü bir şey. Çünkü işe değer katıyor. Caner de öyle, işine değer katıyor. Dizileri tutuyor; İspanya’da, Irak’ta, Dubai’de birçok seyredeni var. Çok çalışkan, rahat çalışılan biri. Çok insan evladı ama önce tiyatrocu. Yoksa ben bir televizyon ünlüsünü oynatabilme becerisine sahip değilim. Ortak bir tiyatro ve oyunculuk diline sahip olmamız, ne konuştuğumuzu bilmemiz gerekir. Eve Dönüşler’deki Caner ile Othello’daki Caner birbirine benzemiyor. Değişebilmek, iki oyunda başka karakterler, roller inşa edebilmek onun becerisi. Caner’in amcası oyuncu, babası öykü yazarı, bir kardeşi şair, en küçük kardeşi de oyuncu. Caner, değişik bir bünye.
Onur Ünsal çok iyi. Ama Dıkşın: Büyük Şans oyunu bana çok sert geldi. Prömiyerden çıkan seyirciler olmuş…
Ben bu paralize edişi o kadar seviyorum ki! Avangart bir oyun Dıkşın: Büyük Şans. Oyunun yazarı Koffi (Koffi Kwahule), seyirciyi eğlemekle uğraşmıyor. Buradaysan buradasın, yoksan yoksun, gittiğinde ya da bu oyuna katılmadığında olan şey, senin aslında taşlaşmış tarafın. Bazı anlama hallerimiz var. Onun dışına çıkan bir şey olunca, “Bu ne ya?” oluyor. Sanat eseri diyor ki, “Ben seni tanımıyor ve sana istediğin şeyi vermiyorum!” Dolayısıyla Koffi, bizi yok sayıyor, üzerimize çarpı işareti atıyor ve bize kıyak yapmıyor. Seyirciyi müşterileştirmiyor, ister gelin ister gelmeyin diyor. Niye? Çünkü bir siyah ve Fildişi Sahilli, beyaz sömürünün nasıl bir işleyiş, mekanizma olduğunu anlamış. Ben beyazları oyalayacak bir yerde değilim, diyor. Oyun, düz bir çizgide ilerlemediği için bocalıyoruz.
Oyunları neye göre seçiyorsunuz? Muhalif oyun var, avangart oyun var…
Dünyayla bir meselesi olması gerekiyor doğru ama önce tiyatro olması lazım. Oyunun, oyuncuya oynama imkanı tanıması gerekiyor, bizi eğlendirmesi, düşündürmesi gerekiyor, dramatik olarak bir kuvvete sahip olması gerekiyor. Shakespeare neyi önemli? Oyuncuya inanılmaz bir alan sağlıyor. Hem insana dair inanılmaz duygularla beziyor aynı zamanda yapay ama organik bir dil.
“SHAKESPEARE, HAREKET VE EYLEM DEMEK!
Sizin modern hale getirdiğiniz Shakespeare yorumlarını orijinal metinlere göre daha seyredilebilir buluyorum. Zira orijinal metinlerde ben boğuluyorum. Bir de metinlerin tabu olma durumu var, oynamanıza izin vermeyen. Ondan da sıkılıyorum…
İlk Shakespeare’i çalıştığımda 2004 yılıydı ve Othello’ydu. Çokça bunu konuştuk. Shakespeare jandarmaları daha baskındı, yeni kuşak devreye girmemişti. Eski kuşak, bana çok tepki göstermişti. “Oyun Atölyesinde dramaturjinin iflası” diye yazılar yazdılar. Çünkü bla bla konuşulsun, didaktik didaktik bir şey öğretsin istiyorlardı. Halbuki Shakespeare, başlangıcında da, sonunda da hareket ve eylem demek. Othello’nun Iago’yu yerden yere vurması nasıl oynayabilir ki başka? Hem dışsal hareket hem içsel eylem var. Kendi beklentilerinde oyun görmek isteyen çok seyirci var. Ben olsam böyle yapardım, diyorlar. Kardeşim sen olsan öyle yapma, yapılmış işe bak; bunun ögelerini bize ayır. Sen olsan sen yaparsın! Rutkay Aziz, bir oyuncuya bir şey diyor, oyuncu “Şöyle mi yapsam acaba?” diyor. Rutkay Aziz de “Onu kendi tiyatronda yaparsın, şimdi sen benim dediğimi yap” diyor.
Sevda Şener, tiyatro kuramını kuran kişi, okuldan benim de hocam. Tiyatro dergisinde 5-6 sayfa yazı yazdı. Hayatımda daha büyük ödül almadım. 20 yıl önce oyundan sonra “Ne tür tepkiler var?” dedi, ben de “Klasiği beğeniyorlarmış” dedim. “Peki, klasiği nereden biliyorlarmış? Ortada klasik bir bilgi yok, ne sanıyor ki bunlar? Türkiye’de Shakespeare ya da Othello yapılacaksa bu senin yaptığın yol, onlardan biri” dedi. Çünkü Türkiye’de bir damara da ihtiyacımız var. Dolayısıyla bu klasik beklentisi. Ben size klasik yaparım; Hamlet 6 saat. İki saat sonra çıkar gidersiniz, dayanamazsınız. Güncelin politik bilgiyle iç içe geçtiği, seyri daha kolay bir iş var orada.
FIRTINA OYUNU OLMADI
Moda Sahnesi’nin kendi açınızdan en eleştirdiğiniz işi ne?
Güzel soru. Bence, Fırtına oyunu olmadı.
Niye?
Oyunda üç katman vardı; adada yaşayanlar, gemiden kurtulmuş ve en altta olanlar, gemiden kurtulmuş ve en üstte olanlar. Üç oyuncu grubunun oyunculuk nitelikleri ve seviyelerinde eşitlik yoktu. Bu durum, bence büyük bir bela; bazı bölümler çok seyredilirken bazı bölümler hiç seyredilmedi. Bazen seyirci çok sıkıldı, diğer bölümler neşeli geldi. Provaların bir yerinden sonrası çok tehlikeli, oyuna başlarsın her şey iyi gibi gider. 15-20 gün sonra bazı noktaların üzerine düşersin ama süre çoktan kaçmış, biletler satışa çıkmış olur.
İlk oyundan sonra toparlama şansı var mı?
Ben, her oyunu seyreden ve çok prova yapan biriyim. Ama oyuncular arasında derin, düzey ve algılama farkları varsa oyun zor ilerliyor. Birbiriyle uyumlu, birbirini seven ve çalıştıran ekiplerle oyun, daha hızlı ve güçlü gidiyor. Ama oyuncuların bir araya geldikten sonra nasıl bir performans sergileyeceği hemen belli olmaz ki.
Bazen de oyuncu benim onda gördüğüm soytarı, kral artık neyse, onu kendinde görmeyebiliyor. Türkiye’de, entelektüel anlamda söylüyorum, oyuncular bilgisel beslenmeyi ya çok sonraya ya da karşılaşmalara bırakıyor. Bazı oyuncuların “hayvanı” çok güçlü, onunla kapatıyorlar arayı…
Bir röportajınızda; oyuncu adayları için “Edebiyatı, sosyal bilgileri bilsin, kendisiyle ve siyasetle yakın ilgilensin. Politikayı iyi bilsin” diye önerilerde bulunuyorsunuz. Gelen oyuncular o kadar ilgili mi politikayla? Bence insanlar da apolitik olmaya çalışıyor artık.
Televizyon çok kolay para kazanma yöntemi. O kadar kolay para kazanılıyorsa, “Oyunculuk yaparak ben burada neyin derdini güdüyorum!” diye bir düşünce oluşuyor. Türkiye’de çok arabesk metin üretiliyor. Seyirci de geliyor, seyrediyor. Daha ötesine niye geçelim? Bu oyunda Onur ve Mehmet olmasaydı benim o oyunu yönetmem zorlaşabilirdi. Onur daha önce Bira Fabrikası diye bir Koffi (Fildişili yazar Koffi Kwahule) oyununda oynadı, onun stilini biliyorum. Onur ve Mehmet olmasaydı ne yapacaktık? Onur ne kadar iyi oyuncu derken neyi kastediyoruz, anların içinde bir şey yapıyor. Koffi, grotesk bir oyunculuk istiyor. Babamı Kim Öldürdü? oyunundaki gibi oynamıyor. Çünkü metnin oynama isteğine kendini bırakıyor.
TİYATRO AKILLA YAPILACAK İŞ DEĞİL
Buranın tam olarak kaç ortağı var? İrfan Varlı, Selçuk Aydoğan, siz, Onur Ünsal, Barış Yaman, Mert Fırat ve Timur Acar…
Mert daha çok Das Das’la ilgileniyor ama burada bir oyunda oynuyor. Timur da burada Şirreti Evcilleştirmek oyununda oyunuyor. Dizi, sinema işleri de oluyor. İlk iki üç yıl çok bir araya geliyorduk, şimdi her şey oturdu. Ben bile bazen buralara uğramıyorum. Ferhat, Barış, Selçuk işleri yapıyor
Tiyatroya para yatırmak ne kadar mantıklı?
Ekonomiden anlayanlar için bu iş, akılla yapılacak iş değil! Yoksa biz burayı açtığımız zaman 1,5 milyon euroyla 10 tane bar açıyorduk Kadıköy’de. Açsaydık şu anda barlar kralıydık, mesele o değil. Sanatı, tiyatroyu seviyoruz. Burada üretim yapmak istiyoruz. Biz biraz dertli oyunlar yapıyoruz, popülerleşmesi o anlamda mümkün değil! Neredeyse İstanbul’daki en ucuz bilet fiyatına sahibiz. Biz birilerinin oyunlarımızı seyretmesini istiyoruz. Motivasyonumuz para kazanmak değil, oyun seyrettirmek, oyun üretmek, tiyatro üzerinden insanlarla etkileşim kurmak. Tiyatroyu ortak bir dilin aracı gibi kullanmak istiyoruz.
Moda Sahnesi’ni ne bekliyor?
Oyunlar, oyunlar, oyunlar… Bence çok oyun bekliyor. Bir tanesini hemen şimdi yapacağız. Caligula’nın Suikastı, 20 Mayıs’ta prömiyer yapacak. Sonra Kozmik Korku diye bir oyun var. İlk gösterimi Eylül ayında olacak. Tiyatro Festivali’ne bir iş yapma ihtimalimiz olabilir. Burası kendi yağıyla kavrulan bir yer. Bir şeye ihtiyacımız olsa Mert, Timur, Onur hemen ellerinde avuçlarında ne varsa desteğe geliyorlar. Ama buranın böyle işlemesini istemeyiz ve ekonomik kurgusunu da böyle yapmadık. Kültür Bakanlığının tiyatro yapan kişilere maddi manevi destek sağlamasını isteyebiliriz. Bu hepimiz için devrim olabilir.
İyi yönetmenden iyi oyuncu da olabilir mi?
Bunlar değişik kas grupları. Yönetmen bakan, fiili bakmak; sahneye bakıyor. Oyuncunun fiili, oynamak. Dolayısıyla fiilleri ve mekanları ayrı… Bir süre sonra o mekanlarda bulunuş, o mekanlara özgü kasları geliştiriyor. Sahnede bu kadar oyuncuyu, oyunu tanıyorum, sahneyi biliyorum ama bunu kendinde yap desen, kendimde nasıl yapılacağı hakkında bilgim yok. Oyuncuları nasıl yeniler, eksiklerini gideririm görüyorum ama kendimdeki halini bilmiyorum. Haksızlık yapmayayım oyunculara, büyük emek!