Nisan19 , 2025

Özalp Birol: Pera Müzesini çok yönlü bir platform olarak görüyorum

İlgili Yazılar

Tarihi, moda üzerinden okumak

Birbiriyle çelişiyor gibi görünse de modanın da bir sanat...

Özalp Birol: Pera Müzesini çok yönlü bir platform olarak görüyorum

Kültür-sanat hayatımızın önemli aktörlerinden ve sanat gündemini belirleyen kurumlardan...

Sinemanın Kalbi Bir Kez Daha İstanbul’da Atıyor: 44. İstanbul Film Festivali Başladı

Türkiye’nin en köklü ve prestijli film etkinliği olan İstanbul...

Genco Erkal’ın ardından: İnsan neyle yaşar…

Sinemada önemli başarılara imza atmış, tiyatroda olduğu gibi toplumsal...

Türk piyano mirasını koruyan ve geliştiren sanatçı: Hande Dalkılıç

Türk bestecilerini Türkiye ve dünyada yaptığı konserler ve CD’lerle...

PAYLAŞMAK GÜZELDİR!

Kültür-sanat hayatımızın önemli aktörlerinden ve sanat gündemini belirleyen kurumlardan birisi olan Pera Müzesi, 20. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Müzenin başarısında büyük pay sahibi olan isimlerden biri de Özalp Birol. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür Sanat İşletmesi Genel Müdürü Birol, kariyerinin ilk yıllarında global şirketlerde pazarlama ve halkla ilişkiler departmanında görev almış. 1994 yılından sonra ise profesyonel yaşamını sanat dünyasına doğru yöneltip yöneticilik becerilerini bu alanda kullanmış. Özalp Birol bu durumu, bol ve çeşitli kitap okunan ve müzik dinlenen bir ev ortamına, çocukluktan başlayan ve süregelen kişisel ilgisine ve 1994 yılında çalışmaya başladığı Yapı Kredi’nin bu alandaki geçmişi, kurum kültürü, o dönemin üst yönetiminin kültür ve sanata önem ve öncelik vermesine bağlıyor.

KOLEKSİYONLARIN DEĞERLERİNİ SANATSEVERLERE AKTARMAK

1977’de Paris’teki Pompidou Kültür Merkezinin açılmasıyla birlikte dünyada müzeciliğin anlamı değişim ve dönüşüme uğramış oldu. Bu açıdan bakacak olursak Pera Müzesini nasıl tanımlarsınız?

Centre Pompidou’nun, Avrupa’da ve dünyada modern ve çağdaş sanata odaklanan, çağdaş müzeciliğin gelişmesinde ve evrilmesinde çok önemli rol oynayan bir kurum olduğu muhakkaktır.

Pera Müzesi’nde Oryantalist Resim Koleksiyonu, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri ve Kütahya Çini ve Seramikleri olmak üzere üç ana koleksiyonu bulunuyor.

Bizim müzemiz ve müzede belli bölümleri sergilenen koleksiyonlarımız, Suna ve İnan Kıraç Vakfına aittir. Dolayısıyla vakıf üstünden kamusallaştırıldıklarını söyleyebiliriz. Vakıf olarak üç ana koleksiyonumuz vardır; Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri, Kütahya Çini ve Seramikleri ve geniş kapsamlı bir Oryantalist Resim koleksiyonu. Bu üç ana koleksiyon Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesinde, değişik kesitlerle, ziyaretçilerle buluşturulmaktadır. Pera Müzesi, koleksiyonların içerdiği değerlere; sergiler düzenleyerek, yayınlar yaparak, sözlü bilimsel etkinlikler düzenleyerek ya da teknoloji kullanarak yeni açılımlar getirir ve bu koleksiyonların değerlerini sanatseverlere aktarır. Sadece bunları yapmakla kalmayıp dünya sanatından ve ülkemiz sanatından belli başlı ustaların yapıtlarını da sergiler, ki ülkemiz sanatseverleri bu özgün yapıtları ve bazı başyapıtları, özel sanat müzeleri açılmadan önce pek de görmemişti açıkçası. Vizyonumuzun bir parçası da budur. Bunun yanı sıra genç sanatçılarımızın yetişmesine katkıda bulunabilmek için sanat eğitimi veren belli başlı yerel ve uluslararası okullarla iş birlikleri geliştirerek sergi projeleri üretmek ve bu sergileri belli dönemlerde açmak; ülkemizde ve dünyada genç kuşak sanatçılar neler yapıyor, bunların somut örneklerini de ziyaretçilerimize sunarak bir kıyas yapma olanağı vermektir. Tabii, bütün bunları ortaya koyduğumuz zaman, vizyonumuzda koleksiyonlarımız var, koleksiyonlarımızın değerlerini gelecek kuşaklara aktarmak var, dünya sanatının belli başlı öncü ve kilometre taşı isimlerini, yapıtlarıyla ülkemiz sanatseverleriyle buluşturmak var, genç sanatçılarımıza destek olmak var, diyebiliriz.

Prado Müzesinin, dünyanın en iyi 12 çağdaş fotoğrafçısından biri olarak gösterdiği İspanyol fotoğraf sanatçısı İsabel Munoz’la, Pera Müzesindeki sergiyi kurarken.

FARKLILIKLARI BİR ARAYA GETİRMEK ÇOK ÖNEMLİ

Bir müze ve enstitü direktörü olarak Pera Müzesini nasıl görüyorsunuz?

Çok yönlü bir platform olarak görüyorum, farklılıkları bir araya getirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum, bence müzeler toplumdaki sosyal dengelerin ve dayanışmanın oluşmasında çok önemli işlevi olan mekanlardır. Yani farklı yaşam tarzlarına sahip insanların huzur içinde, birbirlerini rahatsız etmeden, aynı mekanı paylaşmasını, farklı kültürel ve sanatsal etkinlikleri birlikte izlemesini önemli buluyorum.

Müzede sanat eserlerinin sergilenmesi mi daha ön planda, yoksa bir kültür kurumu olarak mı işlevini sürdürüyor?

Şimdi, Pera Müzesi olabildiğince dengeli programlar yapmaya çalışan bir kurum. Elbette müze dendiği zaman müzeciliğin işlevlerini yerine getirmemiz lazım. Yani vakfımızın sahip olduğu koleksiyonları zenginleştirmek, araştırmalar yaparak koleksiyonların değişik açılımlarını bulmak, keşfetmek ve bunları ziyaretçilerimizle paylaşmak, müzeciliğin gerektirdiği çalışmaları da yaparak bu koleksiyonları en iyi şekilde korumak ve gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamak. Pera Müzesi bunları yapıyor ama bununla kalmıyor; klasik müzik programları, Türk müziği programları, pop ve caz müziği programları, Pera Film programları, öğrenme programları, bilimsel sözlü etkinlik programları gibi programlar çerçevesinde farklı ve tamamlayıcı etkinlikleri de hayata geçiren bir kurum.

Pera Müzesinin 10. yılı etkinlikleri sırasındaki yoğun ilgi.

Bugünden geleceğe baktığımızda müzenizin programlarını planlarken neleri önemsiyorsunuz?

Ülkemiz insanına katma değer sağlayacak programlara, projelere öncelik vermeye çalışıyoruz. Yani yaptığımız işler faydalı olmalı. Bir yeniliği göstermeliyiz insanlara ya da daha önce dikkat edilmeyen bir alana ışık tutacak projeler gerçekleştirmeliyiz, diye düşünüyoruz.

Nitekim, geride bıraktığımız 19 yılda yurt içinde ve dışında sayısı 150’yi aşkın sergi gerçekleştirdik. Sanatın farklı alanlarına odaklanan, ülkemiz sanatseverlerine yenilikler sunan ya da az bilinen konulara ışık tutan sergi ve etkinlik programlarıyla ilerlediğimizi görüyorum. Bu, zaten görevimiz diye düşünüyorum. Özünde, niteliği yani kaliteyi önemseriz her zaman.

GEÇMİŞİN GÖZLER ÖNÜNE SERİLMESİ VE SERGİLENMESİ

Pera Müzesi, 1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından Bristol Oteli olarak inşa edilen binada faaliyet gösteriyor.

Müzeler bir yandan da geçmişin gözler önüne serilmesi ve sergilenmesi açısından önemli kurumlar. Sizin programınızda bu anlamda öncelikli alanlar hangileridir?

Zaten vakfımızın sahip olduğu ve az önce saydığım üç koleksiyon da tam anlamıyla geçmişin gözler önüne serilmesi ve sergilenmesi işlevlerini yerine getiriyor. Ama önemli olan bunu nasıl yaptığınızdır. Şimdi size bir örnek vereyim. Her müzenin yapmaya çalıştığı gibi biz de kendi koleksiyonumuzdan nitelikli sergiler üretmeye çalışıyoruz. Ama bu sergileri üretirken zaman zaman teknolojiyi de kullanarak gelecek kuşakların da bu, eski gibi gözüken konulara eğilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Örneğin, Kütahya çini ve seramiklerinden bir sergi derlediğimizde Türk kahvesi ile ilgili Kütahyaları bir araya getirerek bir başka kültürel değerimizi de eş zamanlı olarak ön plana çıkarıyoruz. Bunu yaparken örneğin Levni’nin konuyla ilgili bir minyatürünü anime ederek 18. yüzyıldaki bir Osmanlı kahvehanesinin nasıl bir sosyal platform olduğunu şairleri, müzisyenleri, farklı gruplardan insanları bir araya getiren, adeta bugünün Starbucksları gibi bir sosyal platform olduğunu gösteriyoruz insanlara. Bunları yaparken video projeksiyonlar, animasyonlar kullanıyoruz. Sergilediğimiz eserlere boyut getirmeye ve sergiyi bu marifetlerle, özellikle genç kuşaklar için daha çekici kılmaya çalışıyoruz. Çocuklar oradaki hareketli figürlere ilgi duyuyor.

OSMAN HAMDİ BEY’İN ODASINA IŞINLANMAK

Peki, onların bu ilgilerini artırmaya yönelik başka ne gibi uygulamalar yaptınız?

Bir somut örnek daha vereyim; 2019 yılında, Pera Müzesi olarak Türkiye’de de bu alanda yine bir ilke imza atmıştık. Şöyle ki bir yılı aşkın süredir, arkadaşlarımızla Osman Hamdi Bey ve Kaplumbağa Terbiyecisi ile ilgili nasıl bir yenilik yapabileceğimize dair “think tank”ler yapıyorduk. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü bünyesinde, Suna ve İnan Kıraç Vakfına ait, 130 bini aşkın fotoğraftan oluşan geniş bir koleksiyonumuz var. Bunun 5 bine yakını Osmanlı dönemi vintage diyebileceğimiz fotoğraflar. Bu koleksiyondan ve diğer araştırmalarımızdan, Osman Hamdi Bey’in dönemine ilişkin iç mimari özellikleri içeren fotoğraflar ve Osman Hamdi Bey’in kendi çalışma odasının fotoğrafları bulundu. O dönemin mimari, iç mimari tasarım özellikleri ele alındı, bunlar çalışıldı. Ondan sonra da Muse VR’la teknoloji çalışması yapıldı. Birlikte, hoş ve işlevsel bir sanal gerçeklik deneyimini hayata geçirdik. Ne yaptık?

Müze içinde Osman Hamdi Bey’in ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun olduğı bölüm.
Müzeye gelen ziyaretçiler, Osman Hamdi Bey’in 20. yüzyıl başındaki çalışma odasını VR (Virtual Reality) teknolojisi ile tıpkı gerçeği gibi gezip hissedebiliyor.

Hamdi Bey’in 20. yüzyıl başındaki çalışma odasını VR (Virtual Reality-sanal gerçeklik) ile yeniden kurguladık. Bu odaya Suna ve İnan Kıraç Vakfı koleksiyonunda bulunan Osman Hamdi Bey resimlerini de koyduk. Bir büyük şövalenin üstüne de Kaplumbağa Terbiyecisi’ni yerleştirdik. Şimdi, siz, VR gözlük setiniz ve aygıtlarınızla Osman Hamdi Bey’in odasına ışınlanıp o odada istediğiniz gibi tur atabiliyorsunuz masasının üstünü, fotoğrafları, albümleri inceleyebiliyorsunuz. Özellikle Kaplumbağa Terbiyecisi’nin önüne geldiğinizde ve resme dokunduğunuzda program sizi Kaplumbağa Terbiyecisi resminin içine alıyor. Ve böylelikle resimdeki mekana, Bursa’daki Yeşil Cami’nin ikinci katına ışınlanmış oluyorsunuz. Kaplumbağa Terbiyecisi orada duruyor. İsterseniz ona dokunabiliyor, resme konu olan kaplumbağaları elinize alıp yerdeki yeşilliklerle onları besleyebiliyorsunuz. Bu sanal gerçeklik deneyimi çocukların ve gençlerin yanında, büyükleri de fevkalade heyecanlandırdı. Halen, Pera Müzesine giren herkes ikinci kata çıkıp Osman Hamdi Bey köşesine gittiğinde özel olarak hazırlanmış bu sanal gerçeklik deneyimini deneyimleyebilir. Bu, Türkiye’de bir özel müzenin kendi koleksiyonlarından ürettiği ilk sanal gerçeklik projesidir. Aslında bunu bilerek yapmadık ama tesadüfen, Louvre Müzesi bile, Leonardo da Vinci ve “Mona Lisa” ile ilgili benzer bir sanal gerçeklik projesini bizden sonra başlattı.

Macar Kültür Merkezi Müdürü Áron Sipos, Hükümet Komiseri Péter Hoppál, SVİKV Yönetim Kurulu ve İcra Komitesi Üyesi M. Özalp Birol, Sergi Küratörü Kinga Hamvai, Macaristan Kamu İdaresi ve Bölgesel Kalkınma Bakanı Tibor Navracsics, Macaristan Büyükelçisi Viktor Mátis.

TAKIM  ÇALIŞMASI ÖNEMLİ

Siz öncü oldunuz bu durumda…

Farklı coğrafyalarda farklı insanlar benzer şeyleri düşünebilir elbette. Louvre ile rekabet etmek ve biz daha önce yaptık demek için yapmadık, tamamen tesadüf… Bunda, birlikte çalıştığımız genç arkadaşlarımızın, paydaşlarımızın yaratıcılığının ve niteliğinin rolü büyük. Yaptığımız her işte takım çalışmasını çok önemsiyoruz açıkçası. 

Pera Müzesinin açılışından bu yana kültür ve sanat yaşamına nasıl bir katkı sağladığını anlatabilir misiniz?

Tabii, bunu biz kendi penceremizden bakarak söyleyebiliriz. Önemli olan ziyaretçinin görüşüdür, ondaki algıdır. Geride bıraktığımız 19 yılda epeyce bir şey başardık kanaatindeyim. Dolayısıyla, takdiri ziyaretçiye bırakıyorum.

Biliyorsunuz İKSV tarafından düzenlenen Uluslararası İstanbul Bienali’nin katkısıyla İstanbul bir çekim merkezi haline geldi. Çağdaş sanata hizmet eden kurumların sayısı arttı. 2000’lerde öne çıkan bu süreç sizce Türkiye’deki kültür ve sanat ortamının gelişimine nasıl bir katkı sağladı?

Bu süreçte açılan müzeler, galeriler, gerçekleştirilen bienaller, sanat fuarları ve müzayedeler sanat ortamına çeşitli açılardan çok ciddi bir hareket getirdi. Bu etkinliklerin popüler yanları da var. Bienallerde, fuarlarda, önemli sergilerde yer almak artık bir prestij unsuru. Öyle ya da böyle bu gelişmelerin insanımızı sanatla buluşturduğunu düşünüyorum. Yine de ticari, popüler -hatta popülist- yaklaşımlarla kurgulanan sanat fuarlarını nitelik, içerik ve işlev bağlamında bienallerle aynı yere koyamam. Sanat ekonomisi açısından fuarların, galerilerin, müzayedelerin yeri çok önemli ama müzelerin gerçekleştirdiği etkinliklerin ve bienallerin niteliği ve yeri farklı ve öncelikli bence.

Şu sıralar Pera Müzesinde “Hesaplar ve Tesadüfler” ile “Vera Molnar’ın İzinde” ziyaret edilebilir.

Aslında İstanbul’un küreselleşmesinde, dünyaya sesini duyurmasında ve dünyadan ilgi çekmesinde İstanbul Bienali’nin çok önemli bir rolü var.

Evet. Başta Venedik Bienali olmak üzere bütün bienaller zaten bu amaçla hazırlanıyor, biliyorsunuz. Bienal ekonomisi İtalya’ya, Venedik’e ekonomi ve prestij bağlamında bir şeyler getiriyor ki bir sene sanat bir sene tasarım derken hiç boşluk bırakmadan bu programlardan getiri sağlamaya çalışıyorlar. Ve bu herhalde çok iyi işliyor ki sürdürülebilirliğine izin veriliyor. Venediklilerin bu konularda ciddi şikayetinin olduğu da söyleniyor. Buna rağmen ekonomiden onlar da yeterince pay alarak belli bir refah elde ediyor ki bu iş sürüyor. Bienallerin, gerçekleştirildiği şehirlere ve ülkelere, ekonomik, kültürel, sanatsal ve sosyal açıdan faydalar sağlayan, dünyanın dört bir yanından farklı insan kitlelerini bir araya getiren ve sanatla buluşturan çok önemli etkinlikler olduğu düşüncesindeyim.

2004 yılında Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu için İstanbul Modern ile aranızda bir çekişme olmuştu. Şimdi aradan yaklaşık 20 yıl geçti. Bu tablo, vakıf ve müze için neden bu kadar önemliydi?

Bir duygusal nedeni var, bir de stratejik nedeni. Duygusal nedeni, Suna Kıraç’ın kardeşi Sevgi Gönül’ün kaplumbağalara çok meraklı olmasıydı. Sadece bu kaplumbağa metaforu üzerinden bile bir ilgi oluşmuştu. Tabii ki vakfımızın kurucuları Suna Kıraç, İnan Kıraç ve İpek Kıraç da Kaplumbağa Terbiyecisi’nin ne olduğunun ve niçin önemli olduğunun farkındalardı ama Sevgi Hanım’ın kaplumbağa sevgisi de bu alımı duygusal anlamda pekiştiren bir unsurdu. Diğer taraftan biliyorsunuz Suna Hanım 20 yıldan uzun süre Amyotrophic Lateral Sklerosis (ALS) motor nöron hastalığı ile mücadele etti. Bir taraftan Türk iş dünyasına büyük hizmetler vermiş ve iş dünyamızda kadın imgesinin oluşumu ve yerleşmesi bağlamında öncülük etmiş çok önemli bir iş insanıydı, kültür-sanat destekçisi ve koleksiyonerdi de. Sağlıklı olduğu dönemde, 1980’lerden başlayarak eşi İnan Bey’le çok hoş koleksiyonlar oluşturmuşlardı.

Bugün Suna ve İnan Kıraç Vakfına bağışlanan koleksiyonların özü, onların 1980’lerden 2000’lere uzanan zaman diliminde 20 küsur yıl boyunca topladıkları sanat eserleridir. Bu parantezi kapatayım. Kaplumbağa Terbiyecisi’nin alınmasını Suna Kıraç hasta halinde isteyince eşi İnan Kıraç’ın bu isteğe duyarsız kalması mümkün değildi. Öyle ya da böyle bu resim alınacaktı.

Resmin stratejik açıdan önemi neydi?

Stratejik yönü şuydu; Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun, henüz kurulmakta olan, manifestosunu henüz kamuoyuyla tam anlamıyla paylaşmamış, ne olduğu pek de bilinmeyen bir özel müzenin tanınırlığına ve bilinirliğine olan büyük katkısı. Bu resim, müzenin o sıralarda üzerinde çalışmakta olduğumuz vizyonunun, misyonunun ve stratejisinin önemli bir enstrümanı olarak kullanabileceğimiz ve müze için olumlu kamuoyu ve bilinirlik oluşturabileceğimiz bir stratejik enstrümandı aynı zamanda. Nitekim böyle de oldu.

Peki böyle bir etki yaratabileceğini tahayyül etmiş miydiniz?

Ettik, yıllardır iletişim dünyasının içindeyiz, dolayısıyla bunu hesap edebildik. Bizim yönetim olarak bu eserin müzeye çok önemli katkıları olacağına dair görüşlerimiz vardı ama kurucuların iradesi, arzusu ve ayırdıkları fon olmasaydı hiçbir şey ifade etmezdi.

İstanbul ve hatta Türkiye için yaratılan ortam ve kültür ağından bahsettik. Bununla beraber 2000’lerden sonra, içinde sizin ve diğer özel müzelerin bulunduğu bu ortamın İstanbul şehrine önemli katkıları söz konusu. Siz bu atmosferi nasıl yorumluyorsunuz?

Şimdi, İstanbul öyle bir şehir ki her yeni arkeolojik bulgu, bizi başka bir yere götürüyor. Biz İstanbul içinde denizde bir damlayız. İstanbul, yalnızca sahip olduğu kültürel varlıkların doğru tanıtımıyla, anlatımıyla bile her daim dikkat çekebilecek bir açık hava müzesi. Bunun yanında 1980’de Sadberk Hanım Müzesi ile tomurcuklanan, 1990’larda Rahmi Bey’in Rahmi Koç Endüstri, Sanayi müzeleri ile hareketlenen, 2000’lerin başında açılan Sabancı, Elgiz, İstanbul Modern, Pera Müzesi gibi sanat müzeleriyle iyice güçlenen bir müzecilik yapısı ve bu özel müzelerin her birinin özel sektör mantığıyla ve belli bir kaliteyle ele alınması ve yönetiliyor olması, bunların sahip olduğu koleksiyonlar, düzenlediği sergiler ve diğer etkinlikler, dünya müzeleriyle geliştirdiği işbirlikleri sonucunda ülkemize getirdikleri çeşitli sergi projeleri İstanbul’a yepyeni bir ivme kazandırmıştır. Bu, yeni açılan müzelerle devam ediyor. İstanbul, tek başına elbette çok büyük bir değerdir ama müzeleriyle ve diğer kültür-sanat kurumlarıyla çok daha büyük bir değerdir.

Diğer kültür-sanat kurumlarının etkileri hakkında neler söylemek istersiniz?

Özellikle ifade etmek isterim; İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Salt, İş Bankası, Akbank ve Borusan’ın bu alandaki girişimleri en az müzeler kadar önemli. Bu girişimlerin tamamının, farklı kültür-sanat etkinlikleriyle İstanbul’u ayrı bir noktaya taşıyarak zenginleştirdiği de muhakkaktır. Yani, bugün İstanbul, bütün bu saymış olduğum kurumlarıyla ve onların hayata geçirdiği etkinliklerle dünyadaki en dikkat çekici kültürel “hub”lardan biridir. Bütün bu kurumlar, özel müzeler, yaptıkları etkinliklerle İstanbul’a, kültür, sanat, ekonomi, iletişim ve itibar içeren müthiş bir katma değer sağlamıştır.

ÜÇ MACAR ÖNCÜNÜN HİKAYESİ

Pera Müzesinde açılan son sergileriniz Hesaplar ve Tesadüfler  ile Vera Molnar’ın İzinde hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyim?

19 Eylül’de açtığımız ve 26 Ocak 2025’e kadar devam edecek bu iki sergiyi çok önemsiyorum. 1924 yılında imzalanan Türkiye-Macaristan Dostluk Antlaşmasının 100. yılında gerçekleştirdiğimiz bu iki sergi, yalnızca sanat değil, kültür diplomasisi bağlamında da çok önemli.

İlk sergimiz Hesaplar ve Tesadüfler: Macaristan Ulusal Bankası Koleksiyonu’ndan Algoritma Sanatı; bugünkü dijital sanatın temelindeki algoritma sanatının üç Macar öncüsü, Vera Molnár, Dóra Maurer ve Gizella Rákóczy’nin Macaristan Ulusal Bankası Koleksiyonu’nda yer alan eserlerini bir araya getiriyor. Kinga Hamvai küratörlüğünde gerçekleştirdiğimiz bu sergi, Molnár’ın bilgisayar sanatı üzerindeki önemli etkisine odaklanırken Maurer ve Rákóczy’nin sanatsal pratiklerinin, algoritma ve matematiğin entegrasyonu ile soyutlamanın sınırlarını genişletmesinin izini sürüyor.

VERA MOLNÁR’IN İZİNDE

İkinci serginin farklı yönleri neler? Sanatseverleri neler bekliyor?

İkinci sergimiz Vera Molnár’ın İzinde ise bilgisayar sanatının öncüleri arasında yer alan Vera Molnár’ın pratiğine güncel bakışlar sunuyor. Broich Digital Art Foundation iş birliğiyle gerçekleştirdiğimiz bu sergi, geçen yıl 99 yaşında kaybettiğimiz Vera Molnár’a bir saygı duruşu niteliğinde. Sergide, Vera Molnár’ın eserlerine, 16 güncel sanatçının, bu çığır açan çalışmalardan ilham alarak ürettiği yapıtlar eşlik ediyor. Molnár’ın çalışma yöntemlerini kullanarak veya onun görsel dünyasına atıfta bulunarak video ve artırılmış gerçeklik gibi güncel medya araçlarıyla eserler üreten değerli sanatçıları da sıralayayım: Refik Anadol, Arno Beck, Peter Beyls, Snow Yunxue Fu, Mario Klingemann, Patrick Lichty, Frieder Nake, Casey Reas, Antoine Schmitt, Erwin Steller, Tamiko Thiel and /p, u2p050, Iskra Velitchkova, aurèce vettier, Mark Wilson ve Samuel Yan. Serginin küratörleri ise Richard Castelli ve Zsófia Máté.

Sergilerin açılışına, Macaristan Kamu İdaresi ve Kalkınma Bakanı Tibor Navracsics, Hükümet Komiseri Péter Hoppál, Büyükelçi Viktor Mátis, Başkonsolos Attila Pintér, Macaristan Ulusal Banka Temsilcisi Péter Bozó’nun da katılması, paydaşlarımızın söz konusu etkinlikleri ne kadar önemsediklerinin de göstergesiydi. Biz de vakıf ve müze olarak bu süreçte gerek kurumlarımızı gerek ülkemizi en iyi şekilde temsil ettiğimize inanıyoruz.