Hem akademisyen hem sanatçı… Üstelik de kimsenin dönüp bakmadığı, bir zamanlar birilerinin işine yaramış ama artık vazgeçilen, terk edilen atık malzemeleri kullanıp onlara yeniden hayat veren bir seramik sanatçısı… Doç. Dr. Elif Aydoğdu Ağatekin, bu yolla kendine de yeni bir hayat verdiğini anlatırken çağdaş sanatın yarattığı tartışmaların tam içinden konuşuyor. Çünkü; “Çağdaş sanatı çağdaş yapan, bugüne ait olan her şeyle ilişkisidir.”
SÖYLEŞİ: DUYGU ÖZSÜPHANDAĞ YAYMAN
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Seramik ve Cam Tasarımı Bölüm Başkanı Doç. Dr. Elif Aydoğdu Ağatekin, çöp diye nitelendirilen malzemelerle seramik sanatına çağdaş bir yaklaşım getiriyor. Kullandığı malzemenin niteliği de içinde, eserlerinin kendisi kadar fikir taşıyor. Daha önce başka işlevler edinmiş ve artık vazgeçilmiş malzemeleri canlandırarak vazgeçilmiş olmaya karşı kendine de yeni bir hayat verdiğini anlatıyor. Ağatekin’in kavramsal ve politik içerikli eserleri, tam olarak çağdaş sanat kavramına karşılık geliyor.
Akademisyen ve sanatçı kimlikleriyle konunun hem teorik hem uygulama yönlerini irdelediğimiz söyleşimizde Ağatekin, çağdaş sanatın, klasiğin temelleri üzerine oturduğunu anlatıyor. Kendi eserlerinde de çağdaş yoruma yoğunlaşması doktora eğitimi sırasında gerçekleşmiş. Çağdaş sanatın kullandığı tekniklerle, sanat dallarının bir aradalığıyla ve taşıdığı fikirlerle, üretene de izleyene de özgürlük verdiğini ifade eden Ağatekin, özellikle dijital, video ve fotoğrafın olanaklarıyla dünyanın her yerine ulaşabilme olanağından söz ediyor. Kullanılan malzemelerin tartışma yaratabildiğini, kabul edilme sorunu yaşanabildiğini Marcel Duchamp’ın pisuvarından örnekle anlatan Ağatekin, kimsenin yüzüne bakmadığı malzemelerle eser üreten bir sanatçı olarak belki de bu meseleyi tam içeriden yaşıyor. Çağdaş sanatın teknolojiyle, günümüzün meseleleriyle, zaman zaman da kapital sahipleriyle ilişkisi, yolumuzu, Elif Aydoğdu Ağatekin’in yaptığı tanıma çıkarıyor: “Çağdaş sanatı çağdaş yapan, bugüne ait olan her şeyle ilişkisidir.”
“ELEŞTİRİDEN ÇOK DİYALOG ARAYIŞINDAYIM”
Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümünde okurken ve ilk dönem eserlerinizde klasik bir üslup mu kullanıyordunuz? Çağdaş sanatla tanışmanız nasıl oldu?
İnsanlığın binlerce yıldır kullandığı seramik, bugün geldiği noktada endüstrisi, teknolojisi olan, geleneksel yönünün yanında sanatsal bir ifade aracı olarak da kullanılabilen çok kadim bir malzemedir. Dolayısıyla bu malzeme üzerine alınan eğitim de oldukça zor aşamaları içeren, geniş perspektifte düzenlenmiş farklı deneyimlerin kazandırılması üzerine kurgulanmıştır. Bu bağlamda ‘90’lı yılların sonunda benim de güzel sanatlar eğitimimi aldığım Anadolu Üniversitesi Seramik Bölümü; alanında Türkiye’de donanımı en yüksek kurumlardan biridir ve seramik eğitimi sonucunda kazanılması beklenen o çok yönlü deneyimi sağlamaktadır. Bu deneyim klasikten ya da bir başka ifadeyle gelenekselden çağdaşa farklı araştırma, teknik ve yöntemlerle uygulanır. Ben de lisans eğitimim boyunca tüm bu deneyimi sınırsızca yaşamaya çalışmıştım. Seramiğin çağdaş diline ağırlık vermem, lisans eğitimimin son yıllarına doğru belirginleşti ancak seramik dilimin bugün geldiği noktaya evrilmesi elbette zaman aldı ve doktora eğitimim sırasında gelişti.
Bir sanatçı olarak kendinizi yani aklınızdakileri ve kalbinizdekileri, söylemek istediklerinizi çağdaş sanatla nasıl ifade ediyorsunuz?
Seramiğin benim için en önemi özelliği, sahip olduğu çok çeşitli, sıradan ve basit olduğu kadar komplike halleriyle ilgilidir. Çünkü seramiklerimi, daha önce başka işlevleri olmuş buluntu, yadigar, kırık, eski, satın alınmış atıkları ve çoğunlukla endüstri atıklarını yeniden ve alternatif yollarla biçimlendirerek üretmekteyim. Bu seramikleri kullanarak kavramsal ve politik içerikli eserler ortaya koymaya çalışırken aslında eleştiriden çok bir diyalog arayışında olduğumu söyleyebilirim. Yargısal olarak değiştirilemez olayları, yine yargısal olarak dönüştürülemez olan bu parçaları kullanarak anlatmaktayım. Bir zamanlar başka bir şey olan bu seramik parçaları yeniden biçimlendirebilme olasılığı, ileri dönüşüme yönelik yeni arayışlarımı beraberinde getiriyor ve bana da yepyeni yollar açıyor. Benim için heyecan verici deneyimleri içeren bu süreç; seramik malzemenin biçimlendirme yöntemlerine ait tabuları yıkmaya çalıştığım, daha özgür bir dile dönüştürmesi için ona yeni ve sarsıcı kelimeler eklediğim bir yoldur.
VAZGEÇİLMİŞ OLMAKTAN KURTULMAK İÇİN
Kullanılmış, çöp diye nitelendirilen atık nesneleri kullandığınız eserlerinizi üretmeye sizi ne motive ediyor? Çağdaş sanatın güncel sorunlara karşılık veren doğası hakkındaki fikirlerinizi de almak isterim.
2007’de doktora eğitimim için üniversiteye geri döndüğümde endüstride yıllarca deneyim kazanmış, hızlı ve organize olmayı çoktan öğrenmiştim. Seramiğin bilinegelen biçimlendirilme yöntemlerinin dışına çıkmak konusunda çok içsel bir duygum vardı… 2000’den itibaren akademide vazgeçilmiş, ötelenmiş, atıl bırakılmış olmakla ilgili yaşayageldiğim derin duygularımı anlatacak, üzerine resim yapacak seramik bir yüzey ararken refrakter plakalarını kullanmaya başladım. Refrakteri en basit ifadeyle, seramik pişirmede kullanılan raf olarak tarif edebilirim. Başlangıçta mukavemeti yüksek ve son derece pahalı olan, dolayısıyla herkesin çok dikkatli kullanmaya özen gösterdiği bu kaliteli malzemenin atıklarını endüstriden bulup kendime tuval yaptım. Böylece hem çöp yığınlarının içinden gelen malzemeye hem kendime yeni bir hayat verebilmekle; atılmış, terk edilmiş, vazgeçilmiş olmaktan kurtulma ihtimaline bir ses olabilmeye çalıştım. Zamanla teknik olarak bu katı seramik atıklarının biçimlendirilmesinde yeni sorgulamalara girdim ve doktora tezimle de bu süreci olgunlaştırdım. Özetle o yıllardan itibaren atık seramikleri kullanarak biçimlendirdiğim kavramsal ve politik içerikli eserlerimle değersizlik ve değer arasındaki ince çizgide yürüdüğümü, bu dili uzun yıllardır kendimi, dertlerimi anlatmak, anlattıkça unutmak, unuttukça iyileşmek için kullandığımı söyleyebilirim.
Çağdaş sanat, hem kullanılan tekniklerle hem sanat dallarının bir aradalığıyla hem de içerdiği fikirlerle sanatçılara, ifade olanaklarını özgürleştiren bir alan açıyor mu?
Elbette açıyor. Şöyle ki bugün video, fotoğraf ya da dijital sanat olarak üretilmiş eserler, dünyanın bir ucundan diğerine internet ortamında ulaşıyor. Sunulacakları mekana kargo masrafı olmadan, diplomatik ve bürokratik her türlü işlemden muaf ve gümrük tasası olmadan aktarılabiliyor. Bu durum kanımca sanatı özgürleştirdiği kadar demokratikleştirmektedir.
Konunun kavramsal yanını bir akademisyen olarak tanımlayabilir misiniz? Nedir çağdaş sanat? Güncel sanat diye adlandıranlar var, ayırt edici yanı nedir? Modern sanattan nerede ayrılır?
Modern, çağdaş ve güncel kelimeleri, Türkçedeki sanat metinlerinde zaman zaman birbirinin alternatifi gibi kullanıldığı için bu kavram kargaşası oluşuyor. Özellikle modern ve çağdaş kelimelerinin birbirleriyle örtüşen anlamları, bu kargaşayı besliyor. Oysa modern sanat olarak tanımlanan dönem, 19. yüzyılın ilk yarısından başlayarak İkinci Dünya Savaşı’na kadar süren dönemi kapsar. Çok sarsıcı olarak özetlenebilecek bu dönem, tüm değerlerin sorgulandığı, bilinen tüm sanat anlatım ve üretim yöntemlerinin, sınırlarının tartışıldığı, o deneyselliğin içinde akımların ardı ardına geldiği yıllardır. İngilizcesi “contemporary art” olan çağdaş sanat ise İkinci Dünya Savaşı sonrası sanat alanında Avrupa ve Amerika’da yaşanan büyük kırılmalara bağlı değişikliklerle modern sanata bir tepki olarak oluşan ifade alanını tarifte kullanılır. 1990’larla birlikte Türkiye’de “contemporary art” çevirisinde çağdaş kelimesinin sahip olduğu derin siyasi ve sosyolojik anlama alternatif olarak yalnızca içinde bulunduğumuz zamana gönderme yapan güncel sanat kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Çağdaş sanatı çağdaş yapan, bugüne ait olan her şeyle ilişkisidir…
Sanatseverler ve sanat eleştirmenleri arasında pek çok çağdaş sanat işine yönelik eleştiriler de getiriliyor. Yanı sıra, çağdaş sanat güncel sorunlara ilişkin fikirlerden yola çıkmasına rağmen bazı sanatçıların, eserlerin, doğaya ya da sosyal alanlara zarar veren büyük firmalarca desteklenmesi eleştiriliyor. Bu konulara bakışınız nedir?
Sanat tarihi başlangıçta asla sanat eseri olarak kabul edilmemiş, zamanla sarsıcı etkisi nedeniyle konumlandırılmaya çalışılan, öncü kabul edilen ve üstüne binlerce yazı kaleme alınmış eserlerle dolu. Bu konuya verilebilecek en bilinen örneklerden biri Marcel Duchamp’ın seramikten bir pisuvarı ters çevirip R. Mutt diye imzaladığı Çeşme adlı eseri. Bu eser de gönderildiği sergi kurulu tarafından kabul görmemişti. O günden bugüne geldiği nokta, yarattığı tartışma ortada. Sanat biraz da bu tartışma ortamını sağlayan bir şey. Bu yüzden, o günden bugüne çağdaş sanat eserlerinin anlatımında kullanılan malzemeler de dışkıdan hayvana, insan bedeninden koli bandıyla duvara yapıştırılan gerçek muza, tüm dünyayı saran atıklara kadar, daha da artırılabilecek örneklerle genişlemiş; sanat daha geniş çevrelerce tartışılan popüler bir yapıya kavuşmuş, eserlerin kabulü zaman alsa da zamanla elenerek yerini bulmuştur.
Çağdaş sanatta da bugün; çoğu içinde yaşadığımız dünyanın sorunlarına, çıkmazlarına, krizlerine vurgu yapan, farkındalık yaratmaya çalışan eserlerin ihtiyaç duyduğu anlatıyı karşılamada sanatçıların kullandığı alternatif malzemeler, yanı sıra performanslar ve video art gibi teknikler, yaratılmaya çalışılan hikayenin popülerliğini ve kabulünü etkiliyor. Tam bu noktada kapital sahiplerinin sanatçılarla kurduğu iş birlikleriyle oluşturulan ve büyük PR çalışmalarıyla desteklenen ilişkiler, son yıllarda büyük eleştirilere neden oluyor. Üzülerek söylüyorum; sanatçısının ve eserlerinin zamanla sanat tarihi içinde kayda değer bir yer edinilebilme ve bir referans noktasına dönüşebilme ihtimalini yok edecek kadar riskli bir noktaya getiriyor. Eserler, gereken sorumlulukları almak yerine, onları örtmeye çalışan büyük firmaların makyajına dönüşüyor…