Türkiye’nin ilk uluslararası çağdaş sanat müzesi Elgiz Müzesinin kurucusu koleksiyoner Can Elgiz, sanatın halka açık olmasının önemini vurgularken sanat eserini sırf ticari sebeplerle almamak gerektiğini belirtiyor.
Can Elgiz, çağdaş sanat koleksiyonerliğiyle öne çıkan bir isim. Ancak onu diğer koleksiyonerlerden ayıran “Sanat halka açık olmalıdır” düşüncesiyle koleksiyonunu halka açması. Eşi Sevda Elgiz ile birlikte Türkiye’nin ilk uluslararası çağdaş sanat müzesi olan Elgiz Müzesini kurarak genç sanatçılara eserlerini sergileyebilecekleri alanlar yaratan Can Elgiz ile sanata yaklaşımı, koleksiyonerliği ve sanatın geleceği üzerine sohbet ettik. “Sanat eserini aldığınız zaman, sanat eserinin sahibi sizsiniz ama onu depoya kaldırma hakkınız yok. Sanat, ne kadar çok paylaşılırsa o kadar iyi olur” diyen Can Elgiz, müzedeki eserler hakkında da bilgi verdi.
Sanata olan ilginizin temelleri nasıl bir ortamda atıldı?
Sanatsever bir ailede, duvarlarında güzel eserler olan bir evde büyüdüm. Babam, plastik sanatların yanı sıra müziksever bir insandı. Anne tarafım Midillili. Orada dedemin babası olan Halim Bey’in yaşadığı ev Halim Bey Konağı adıyla bir sergi alanı haline getirilmiş Midilli Belediyesi tarafından. Sonradan gide gele öğrendim ki Halim Bey de döneminin sanata meraklı isimlerindenmiş. Yani biraz genetik bir etki var sanırım.
Sanatsever ve koleksiyoner ayrımı üzerinde duruyorsunuz.
Evet, sanatsever olmak ve koleksiyonerlik farklı çünkü. Sanatseverler evlerinde, yaşadıkları alanlarda sanat eserlerinin olmasını sever, o eserlerle uzun süre yaşar. Koleksiyoner ise özellikle çağdaş sanat için, herkesten önce sanatçıları ve eserlerini bulan, o sanatçının gelişimini de izleyip bundan keyif alan kişidir. Koleksiyoner nadiren sahip olduğu eseri satar. Hep yeni bir şeyler bulmaya çalışan, sürekli araştırmacı kimliği olan ve çalışan bir kişidir koleksiyoner. Sanatın kendini çevirmesi, destek görmesi açısından koleksiyoner, sanatçının bir sonraki aşamaya geçip başka bir şey üretmesini sağlar. Her sanat alıcısı koleksiyoner değildir. Koleksiyonerlerin ve sanatseverlerin dışında bir de başka bir grup var; onlar da sanat yatırımcısı. Bir eser alıp daha sonra borsadan kağıt alır gibi yükselişini takip edenler var. Önceki yıllarda bunu yapan çok vardı Türkiye’de.
Sanat bir yatırım aracı mı sizce?
Sanat yatırım aracı olabilir olmaya ama öyle yola çıkmamalıyız. Sanat eserini ya sanatsever grubunda ya da koleksiyoner grubunda olup da almak daha doğru bence. Yani değeri artacak diye almamak lazım.
Sanatın tanımı nedir sizin için?
Sanatın o kadar geniş bir spektrumu var ki Orta Çağ’da yapılan antik Yunan heykelleri de sanat, daha eski dönemlerdeki duvar hiyeroglifleri de. Oradan günümüze geldiğimizde bir el becerisi ve bilek gücü ile yapılan Leonardo da Vinci resimleri de sanat. Arkasından onları farklı bir yoruma taşıyan, sanatın kırılma noktası kabul edilen Picasso’nun yaptığı Avignonlu Kızlar da bir sanat. Oradan geliyorsunuz kavramsal sanat da bir sanat. Kavramsal sanat nedir diye baktığımızda orada bir el becerisi yok. Sadece bir düşüncenin aktarılmasını görüyoruz. Sanat ile zanaatı ayırmak gerekiyor burada. Büyük sanatçıların heykellerini atölyeler yapar. O zanaattir. Ama sanatçı onu yaratan, üreten kişidir. Jeff Koons (ABD’li heykeltıraş ve ressam) bir kroki yapıyor. Rengini veriyor. Ama onun paslanmaz çelik heykellerini dünyada en iyi yapan bir atölye var Almanya’da.
NESİLLER ARASINDA KOPUKLUK OLDU
Sanat üzerine bu kadar konuştuktan sonra sözü koleksiyonerliğinize getirmek isterim. Koleksiyonerlik yolculuğunuz nasıl başladı?
1980’li yıllarda merak ile başladı. Sanat eseri alabildiğiniz noktada gelir sahibi olmaya başlayınca oradan yürüyorsunuz. O merakın nedenleri üzerine düşündüğüm zaman mimarlıktan yani meslekten gelen bir eğilim olduğunu görüyorum. Teknik Üniversite’de (İTÜ) okudum, adı tekniktir ama çok yoğun sanat dersleri aldık. O dönemin önemli sanatçıları Yavuz Görey, Sabahattin Eyüboğlu, Doğan Kuban gibi çok kuvvetli bir ekip vardı bize ders veren.
Sanat ağırlıklı bir eğitim sizdeki sanat ruhunu beslemiş. Yine de koleksiyonerlik başka bir alan. Çağdaş sanat eserleri koleksiyonerliği yolculuğuna nasıl başladınız?
Modern Türk sanatı bizden önceki koleksiyonerlerin ilgi alanına giriyordu. Fakat ondan sonra genç jenerasyon oraya ilgi göstermedi. Ben bunu biraz da şuna bağlıyorum; bu eserleri görebileceğiniz halka açık yerler yok. O nedenle o eserlerin koleksiyoner jenerasyonunda yeni nesilden gelen yok. Kendi sanat tarihimize yeterli değeri vermediğimizi düşünüyorum. Nesiller arasında taşıyamadık bunu.
Çağdaş sanata yönelmemde mesleğimin de etkisi var. Mimarlığın da açtığı bir ilgi alanı olarak modern sanata ve bugüne bakıyoruz. Postmodernizmin doğduğu yıllarda mimarlık okuyordum. Haliyle aldığımız eğitim ileriye dönüktü. Tabii modern sanat olmadan çağdaş sanat olmazdı, klasik sanat olmasa modern sanat. Bir diğer etken de şu; klasik eserlerin satış rakamları bizim genç yaşlarda ulaşamayacağımız rakamlardı. Çağdaş sanat eğitim olarak da yapısal olarak da bana daha fazla hitap ettiği için o yolda devam ettim.
KOLEKSİYONER İÇİN SAYI ÖNEMLİ DEĞİL
Peki, koleksiyoner olmak için eser sayısında belli bir sınır var mı size göre?
Yok, bir kişinin on tane eseri vardır ama sabittir. O sanatsevere girer. Ama 10 tane eseri vardır, on birinciye rastladığında almaya çalışır. Çok yavaş da gitse sürekli değişim içinde olan 10 – 15 eserle de küçük koleksiyonlar olabilir.
Yeni eserler için özel seyahat planları yaptığınızı okumuştum. Eserleri nasıl, nerelerde buluyorsunuz?
Covid’den dolayı biraz ara vermek zorunda kalmıştım bu seyahatlere. Ama iki hafta önce Madrid’e gittik, ARCO Çağdaş Sanat Fuarı’na. Zaten bu fuarı 20-25 yıldır takip ediyorum. Yurt içi ve yurt dışındaki mezatları takip ediyorum. Bazen telefonla da katılıyorum ama salonda olmanın ayrı bir heyecanı, keyfi var.
NFT işin içine girdiğinden bu yana sanatın yatırım ve parasal yönü daha çok konuşulur oldu sanki. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
NFT, elinize geçmeyen bir şey. Geçenlerde çok önemli bir finans gurusunu televizyonda izledim, NFT’yi “limited production of nothing – ortada olmayan bir şeyin limitli üretimi” diye tabir etti. Tamamen aynı fikirdeyim.
NFT de sanatın gideceği yer olabilir mi sizce?
Şu an onu canlandıramıyorum. Kızım Canda’nın aldığı bir NFT var. Her şeye rağmen sanatta eserin unik yani eşsiz olması gerekiyor. Sanat için tarihten gelen kurallar var. Örneğin bugün kalıptan dökülen eserin bile altıyı geçmemesi lazım. Bronz heykel hiçbir zaman tek olmaz. Ama altı artı bir sanatçı için en fazla yedi adet olur. NFT’de ise elinizde olmayan eserin kaç kişinin elinde olduğu nereden belli? Bugün video sanatında bile çoğaltılıp çoğaltılmadığını kontrol etmek çok zor.
Koleksiyoner olmak için ne gibi özellikler gerekir? Genç koleksiyonerlere önerileriniz neler olur?
Koleksiyonerlik için kitap okumak lazım, araştırmak lazım, bilgi görgü geliştirmek lazım. Böyle gözü kapalı rüyanızda kendinizi sanatsever olarak yetiştiremezsiniz. Göre göre, okuya okuya olur koleksiyonerlik. Sanat eserinden önce kuvvetli bir kitaplığınızın olması lazım. Ayrıca sanat faaliyetlerine katılmak, galerileri gezmek önemli.
Eserlerinizin daha geniş kitlelere ulaşması için müze açtınız. Elgiz Müzesi fikri nasıl gelişti?
Yurt dışı fuarlarında koleksiyonerleri oradaki koleksiyonerlerin evlerine de götürüyorlar. Onların arasından imkanları olanların kendilerine özel mekanlar yapıp halka açık sergilediklerini görüyorsunuz. Sanat eserini aldığınız zaman sanat eserinin sahibi sizsiniz ama onu depoya kaldırma hakkınız yok. Sanat, ne kadar çok paylaşılırsa o kadar iyi olur. Türkiye’de sanat tarihinde birçok eserin gözükmemesi bu eserlerin doğrudan sanatçıdan ya da galeriden satılıp evlerde kalmasından geliyor. Her koleksiyonerin halka açık mekanı olacak diye bir kural yok. Ama ABD’de onlarca özel müze var. Bizden de istendiğinde başka sergilere koleksiyondan eserler gönderiyoruz.
2001’de başladık. Yurt dışındaki koleksiyonerlerden gördük. O sırada yaptığımız bir mekanda müsaitlik yarattık. Güncel sanat diye başladık. İlk amacımız galerilerde yer bulamayan sanatçıları göstermekti. Tabii küratörlü sergiler yaptık. Bir iki sene öyle devam etti. Ondan sonra esas kimliğim koleksiyonerlik olduğu için buraya döndük.
AÇIK HAVA HEYKEL KAVRAMINI YERLEŞTİRDİK
Müzeyi ilk kurduğunuzda “Ne yapıyorsunuz?” diyen olmuştur.
Yakın arkadaşlarımız bile “Ne yapıyorsunuz?” diye soruyordu. Levent’teki yerimiz iki kattı. Alt katta Vasıf Korat’ın Fulya Erdemci’nin yaptığı sergiler olduğunda “Sergi üst katta mı?” diye soruyorlardı. Çerçeveli eserler görmeye alışkınlardı. İlk yıllardaki sergilerdeki adı duyulmamış olanlardan çok ilerleyenler oldu. Bu konunun benzerini teras heykelleri ile yapıyoruz.
Elgiz Müzesi, heykel terası ile de şaşırtıyor. Buraya büyük heykel arayan koleksiyoneri ve sanatçıyı buluşturma noktası diyebilir miyiz?
Heykel sanatı resim gibi değil. Satışı daha zor. Çünkü evler müsait olmayabiliyor. Biz açık hava heykel kavramını yerleştirmiş olduk. İnanılmaz bir gelişim oldu orada. Terasta 14. sergiyi yapıyoruz. Son 4 – 5 yıldır sessiz müzayedeler düzenliyoruz. Her sanatçı için bir dosya koyuyoruz ortaya; sanatçı oraya bir rakam yazıyor, müzayedeye gelenler kendi rakamlarını yazıyor. Gecenin sonunda en son, kim, ne yazdıysa sanatçı ile irtibata geçiliyor.
Koleksiyon tutkunuz aile boyu diyebilir miyiz? Eşiniz Sevda Hanım ve kızlarınızın da çok ilgili olduğunu biliyoruz.
Koleksyonerliğe eşimle başladık diyebilirim. Kızlarım da (Ayda Elgiz, Canda Elgiz) kendi koleksiyonlarını oluşturuyor. Onlardan tavsiye alıyorum. Ortak payda olsa bile herkesin kendine ayrı doğrusu çıkıyor. Yurt dışında bir tabir var “koleksiyoner ve eşi” derler. Kim ilgili ise arkasından giden eş oluyor. Ama bizde ilgi ortak. Birlikte yürüyoruz.
Pandemi dönemi sizin koleksiyonerliğinizi nasıl etkiledi?
Tamamen iki sene yok oldu. Bütün etkinlikler yol oldu. Şu anda olması gereken klasik eserler ağırlıklı etkinlikler bile iptal oldu.
Sanat kesin tarihlerle ayrılmıyor ama çağdaş sanatın sonrasına dair nasıl bir öngörünüz var?
Çok zor bir soru, sanatın nereye gittiğini bilmek kadar zor bir şey yok. Ama değişik formatlarda devam ediyor. Değişik formatlar derken video sanatı, performans ve kavramsal sanat başlığı altında birçok ayrı kulvar açıldı. Müzikten ayrı bir ses sanatı gelişiyor. İstanbul Bieanalleri’nden birinde Kılıçali Camii’nin yanındaki hamamda bir ses enstalasyonu vardı. Sekiz köşede ses üreten sekiz ayrı kişi o hamamın akustiğinde müthiş bir iş yaptılar. Aynı iş yurt dışında da yapıldı.
Mimar olmasaydınız da koleksiyoner olur muydunuz?
Ailemin evinin duvarlarında sanat eserleri olduğu için oradan bir ilgim oldu. Bir de varsa genetik tarafımdan dedemin dedesinden gelen bir etki oldu sanırım.
Koleksiyonerliğiniz mimarlığınızı nasıl etkiledi?
Mimarlık, sanat, koleksiyonerlik… Hepsi bir bütün. Her bir sanat eserinin kişiliğinize estetik anlayışınıza, beyin yapınıza etkisi var. Bu nedenle mimarlığımı da etkilemiştir elbette.Görüşürüz