Uzun bir aradan sonra tekrar sizlerle bir arada olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Bu sene özellikle fotoğraf için olmasa da bol bol seyahat etme fırsatım oldu. Seyahatlerim fotoğraf odaklı olmadığı için gittiğim bölgelerde keşif yapma zamanım çok olmadı fakat yine de fotoğraf için ayırdığım zamanı da elimdeki imkanlarla değerlendirdim. Zaten birçok insan seyahatlerinde iş veya aileleri ile meşguliyetten fotoğrafa yeterli vakit ayıramıyor. Bu sebepten yazımda, kısıtlı bir zaman aralığında fotoğraflarınızı nasıl daha güzel bir hale getirebileceğinizden bahsedeceğim.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: SERHAN AKIN
MAKİNENİN AĞIRLIĞI
İlk olarak bu seyahatlerimdeki en büyük deneyimim, fotoğraf makinesinin ağırlığının önemini bir kez daha anlamak oldu. Sokak fotoğrafçılığı ile ilgili yazımda hafif bir makinenin önemini belirtmiştim. Sanki bu yazıyı yazan ben değilmişim gibi bazı seyahatlerimde biraz da mücbir sebeplerden ağır bir makine tercihim oldu. Ağustos ayındaki Paris seyahatimde boğucu bir yaz sıcağında boynumda ağır bir makine ile sokakları arşınlayınca düzenli spor yapmama rağmen bünyemde yorgunluk oluştu ve fotoğraf çekme performansım düştü. Diğer seyahatlere nazaran fotoğraf için çok daha fazla zamanım olsa da hedeflediğim bazı bölgelere yürüyecek mecalim kalmadı. Bundan ötürü gücünüze ve kondisyonunuza çok güvenmeyin ve hafif bir makine ve lens seçin. İkincisi gittiğiniz yerde bir hedefiniz olmalı ve zamanınız kısıtlı olacağınızdan o hedefi iyi seçmeniz gerekiyor. Kısıtlı cephaneniz iyi olacak ve o cephaneyi iyi harcamanız lazım. Eğer organize edebiliyorsanız çekim yapacağınız bölgede sabah veya öğleden sonra bulunmaya çalışmanızı öneririm. Çünkü güneşli bir hava varsa öğle çekimlerinizde sert ışık olacaktır. Sabah ve öğleden sonra ışık yumuşayacağından daha güzel sonuç alabilirsiniz. Öğleyin çekim yapmak zorunda iseniz de Photoshop veya benzeri programlarla fotoğrafa müdahale ederek karelerinizi daha güzel hale getirebilirsiniz. Bunun için jpg formatında değil, raw çekim yapmanızı tavsiye ediyorum. Raw çekim yaptığınız takdirde renk tonu, parlaklık, gölge konularında daha verimli müdahale edebilirsiniz. Şimdi , çektiğim fotoğraflara ve onların kamera arkasına geçiyorum ki konuyu da örneklerle anlayabilelim.
MANZARA FOTOĞRAFINDA BAŞROL OYUNCUSU
Birinci fotoğrafımızı (sağ sayfadaki kare) işim için yapmış olduğum bir Tiflis seyahatinde çekmiştim. Bu seyahat iş için olmasına rağmen beni ağırlayan sevgili İsrafil Astanov vesilesi ile bol bol fotoğraf çekme şansımın olduğu şanslı bir seyahatti. Fotoğraf merakımı bildiği için onun rehberliğinde birtakım yerlere gittik. Bu karede de Tiflis’i tepeden gören bir noktadaydık. Tiflis, bütün güzelliği ile ayaklarımızın altındaydı. Birkaç değişik noktadan kareler çektim ama bir türlü içime sinmedi. Çok uzaktan çekilmiş manzara fotoğraflarını sevmiyorum. Manzara fotoğrafı çekilecekse mutlaka bir başrol oyuncusu olmalı. Tepeden gördüğüm açıdan manzaranın başrol oyuncusu Gürcistan’ın en büyük katedrali olan Sameba Katedrali idi. Ancak mesafenin uzaklığından ve manzarayı çok tepeden görmemizden ötürü çektiğim fotoğraflar sadece sıradan bir anı fotoğrafı olarak kalıyordu. Çektiğim karelerden mutsuz bir şekilde arabamıza doğru gidiyorduk ki üstü kapalı, derme çatma bir yerde manzaraya karşı demlenen gençler gördüm. Güneşin açısından dolayı manzaraya karşı silüet olarak görünüyorlardı. İşte aradığım kareyi buldum, diye düşündüm ve fotoğraflarını çekmek için yaklaştım ancak rahatsız olup bölgeyi terk ettiler. Yine de kafamdaki kompozisyonu oluşturmuştum. İsrafil’den onların oturduğu yere oturup manzarayı izlemesini rica ettim ve arka planda Sameba Katedralini de kadraja katarak deklanşöre bastım. Ortaya bu kare çıktı.
ÇEKİMDE KONUMUN ÖNEMİ
İkinci fotoğrafım ise Almanya’da Füssen şehrinde bulunan Neuschwanstein Şatosu’na ait. Bu fotoğrafı yine bir iş seyahatinde çektim fakat bir günümü fotoğrafa ayırabilmek için pazar gününe denk getirdim. Bu sefer çoğu seyahatimin aksine bir hedefim vardı, o da
Neuschwanstein’ı tüm ihtişamı ile fotoğraflamaktı. Oldum olası şatolar beni büyülemiştir fakat bir türlü fotoğrafı çekme fırsatım olmamıştı. Bu şato Walt Disney’i de büyülemiş olacak ki meşhur Disney şatosunu tasarlatırken buradan ilham alınmış. Şatonun hikayesi de oldukça ilgimi çekti. Bavyera Kralı II. Ludwig tarafından ünlü bestekar Richard Wagner’in operalarından aldığı ilhamla yaptırılıyor. İnşa edilirken devletin bütçesi kullanılmıyor, kral bunu kendi servetinden ve aldığı borçlarla yaptırmaya çalışıyor. Ludwig’in kendine münhasır eksantrik bir şahsiyet olması, inşaatın uzaması ve borçların kabarması ile birlikte akli dengesi bahane edilerek tahttan doktor raporu ile indiriliyor. Ludwig, Münih’in güneyinde bulunan Berg Kalesi’ne sürülüyor. Bir müddet sonra ne hikmettir ki kendisinin cesedi, ona deli raporu veren doktor ile birlikte Berg Kalesi’nin yakınındaki bir gölde bulunuyor. Ölüm sebebi intihar olarak açıklanıyor. Yorum ve takdir sizin, deyip fotoğrafıma geçiyorum. İlk fotoğrafımda bahsettiğim, başrol oyuncusunun olduğu manzara fotoğrafını burada görebilirsiniz.
Bu kareyi çekebilmek için bölgede iki saate yakın vakit geçirdim. Önce araba ile giderken çeşitli açılardan fotoğraflar çektim. Çarpıcı bir sonuç elde edemedim. Sonra şatonun içine giden otobüsleri gördüm ve birine bindim. Dik bir yokuş tırmandıktan sonra şatonun yanında patika yollar gördüm. İçgüdüsel olarak birine girdim ve şatoyu güzel bir açıdan gören yüksek bir uçurum üzerinde inşa edilmiş tahta bir köprüye denk düştüm. Köprü, tahta olmasından dolayı ve üzerinde birçok insan yürüdüğü için sallanıyordu. Yükseklik korkuma rağmen içim kalkarak makinemi manuel olarak pozladım ve karemi çektim. Havanın bulutlu olması ışığı yumuşatarak fotoğrafa güzel bir hava kattı. Bu karede bir manzarayı çekerken bulunduğunuz konumun önemini görüyorsunuz. Ne çok yakın ne de çok uzak olmalısınız. Göz hizasına yakın açılar da her zaman iyi sonuç verir.
KOMPOZİSYONU ZENGİN KILMAK
Üçüncü fotoğrafımda yine Almanya’dayız ve bu sefer Münih şehrindeyiz. Bu karemde ise Nymphenburg sarayını fotoğraflıyorum (solda). Burada fotoğraf çekmek için fazla vaktim yok. Fotoğrafı çekmek için ideal bir saat olan sabah saatlerinde bölgedeyim. Hava yaz olmasına rağmen bulutlu ve gökyüzü güzel bir görüntü veriyor. Önce hızlıca yürüyüp bölgeyi tanıdım ve çekmeye değer şeyleri kafamda oluşturdum. Saray büyük bir alana yayıldığından tamamını alacak tek bir kare elde edemeyeceğimi anladım. O sırada sarayın çevresindeki kanallardan birinde bulunan kuğular dikkatimi çekti. Eski bir kuş fotoğrafçısı olmamdan dolayı kuğuları çekmeye başladım. Sonrasında kuğulardan birinin sarayın önüne gelmesini bekledim. Kuğu sarayın önüne geldiğinde de fotoğrafladım ancak fotoğrafa kompozisyon olarak daha da zenginlik katmak istedim. Kanalın kenarında taş sütunların üzerine inşa edilmiş bir korkuluk bulunuyordu. Bu sütunların arasından doğal bir çerçeve oluşturdum ve kuğuyu arka planda saray ile çektim.
MANZARA ÇEKİMİNDE KENDİ YORUMUNUZ
Dördüncü fotoğrafım yine Tiflis seyahatine ait (üstte). Tiflis’te günümün sonuna gelmiştim ve en sevdiğim saatlerden biri olan gün batımı başlıyordu. Gün batımında gökyüzünde çok güzel renkler oluşur ve ters ışık yardımıyla çok güzel silüetler yakalayabilirsiniz. Bu karede 4. yüzyılda inşa edilmiş, Tiflis’in en eski yapılarından Narikala Kalesi’nin silüetini görüyoruz. Kalenin silüeti ve gökyüzü rengi bu fotoğrafta tatlı minimal bir kompozisyon oluşturuyor. Kaleyi tabii ki aydınlık bir saatte de çekebilirsiniz. Bu tip normal manzara fotoğrafının dışında kompozisyonlar oluşturarak kendi yorumunuzu da katabilirsiniz.
PHOTOSHOP HÜNERLERİ
Son olarak ideal koşulların oluşmadığı bir karemi paylaşacağım (sol sayfada). Bu fotoğrafı ailemle Disneyland’ı ziyaret etmek için gittiğim Paris seyahatimde çektim. Tabii ki Paris’e gidilmişken sadece bu ziyareti Disneyland ile sınırlı tutmak olmaz. İlk olarak Notre Dame Katedral’ini ziyaret etmek istedik. Kiralık arabamın navigasyonuna Notre Dame yazdığımda birçok Notre Dame adlı yerin olduğunu gördüm. Seçeneklerden birini işaretledim fakat meşhur Notre Dame Katedrali yerine Notre Dame du Senlis adlı kilisenin olduğu tarihi bir yere geldik. Bölge tarihi dokusuyla bizi oldukça cezbetti.
Kilisenin yakınında bulunan eski bir şato olan Chateau Royal De Senlis Gotik mimarisiyle ilgimi çekti. Maalesef orada bulunduğum saate güneş şatonun arkasından geliyordu. Bu, güzel bir gökyüzü renginin karede olmayacağı ve şatonun biraz karanlık kalması anlamına geliyordu. Yine de manuel olarak olabilecek en iyi pozlamayı yaptım ve karemi çektim. Bundan sonrası ise benim Photoshop hünerlerime kalmıştı. Burada Photoshop’ta bulunan Raw Editör’den (siz Lightroom adlı programı da kullanabilirsiniz) önce gölgeleri açtım, binayı daha doğru pozlamaya getirdim. Sonrasında ise masking bölüme gelerek “Select Sky” vasıtası ile gökyüzünü seçtim. Buradan Highlights’ı kısarak gökyüzünün patlamasını kıssam da yine istediğim rengi elde edemedim. Bunun üzerine sadece gökyüzünün rengini mavi tonlara getirmek için “Temperature” üzerinden rengi soğutarak daha mavi bir görünüm elde ettim. Bu fotoğraf doğru ışık açısı ile çekilse çok daha farklı olurdu ancak size Photoshop vasıtası ile fotoğrafın müthiş olmasa da kurtarılabileceğini göstermek için bu kareyi paylaştım. Fakat ışığın çok patladığı ve aşırı karanlık çekilmiş fotoğrafların Photoshop ile kurtarılamayacağını da belirtmek istiyorum. Yazımı burada sonlandırıyorum, sizleri sevgiyle selamlıyorum ve bu seneki seyahatlerimde çektiğim diğer fotoğraflar ile baş başa bırakıyorum. Bir dahaki yazımızda görüşmek üzere.