İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçen; 1940’lı yıllardan 2000’lere uzanan altmış yılı aşkın bir ömrün acıklı anatomisini sunan Arman Atilla’nın ilk eseri “Lübeyna”, İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflarda yerini aldı.
Arman Atilla’nın “sıra dışı bir kadının sıra dışı yaşam öyküsü”nü konu edinen ve yayıncılık dünyasına ilk adımını attığı biyografik romanı Lübeyna, İnkılâp Kitabevi’nden çıktı. 1940’lı yıllardan 2000’lere uzanan altmış yılı aşkın bir ömrün sırlarla dolu, acıklı hikâyesini anlatan kitapta yazar, Lübeyna Hanım’ın İstanbul’dan Artvin’e, Diyarbakır’a ve oradan Paris’e uzanan acılarla, zorluklarla ve kalp kırıklıklarıyla geçen yaşamını kaleme alıyor. Tarih ve biyografi türündeki Lübeyna, özellikle İkinci Dünya Savaşı atmosferini, Türkiye ve dünyanın o dönemdeki durumunu satırların arasına yerleştiriyor.
Çarpıcı Bir Yaşamın Güçlü Portresi: Lübeyna
Kitabın merkezini Lübeyna Hanım’ın çarpıcı hayat hikâyesi oluştururken; arka planda 1940’lı yılların ve yakın geçmişin sosyal, siyasi ve kültürel yapısı da okuyucuya aktarılıyor. Arman Atilla’nın nitelikli kalemiyle etkileyici bir hikâye sunan kitap, Lübeyna Hanım ile güçlü bir kadın portresi çiziyor. Çocukları için gözünü kırpmadan canını verebilecek, onlar uğruna bu dünyada her türlü zorluğa katlanabilecek fedakâr ve cefakâr bir anne kimliği ile okurların karşısına çıkan Atilla, Arapçada “sır” anlamına gelen Lübeyna ismi ile okurlar için oldukça sürükleyici ve adrenalin dolu bir anlatı sunuyor. Kitap bunun yanı sıra hem hayat mücadelesinde kadının öneminin fark edilmesine, hem kadın-erkek eşitsizliğine farklı bir bakış açısı getirilmesine, hem de güncel Türk Edebiyatı’na önemi yadsınamaz bir katkı sağlıyor.
Arman Atilla’nın “sıra dışı bir kadının sıra dışı yaşam öyküsü”nü konu edinen ve yayıncılık dünyasına ilk adımını attığı biyografik romanı Lübeyna, İnkılâp Kitabevi etiketiyle tüm kitapçılar ve satış platformlarında.
Sırlarla kaplı hayatın gizemli hikayesi
Savaş meydanında, üzerinde adının yazılı olduğu gümüş bir madalyon, Diyarbakır’da, bir fincan mırra kahvesinin boğazda bıraktığı acı tortu, Artvin’de, görkemli bir kayın ağacının dallarından kopup, sert dağ meltemlerinin yamaç boylarına sürüklediği bir yeşil yaprak; alabildiğine özgür, alabildiğine uçarı… Paris’te bir Edith Piaff şansonu, Zürich’te bir Lili Marleen türküsü, İstanbul’da ise Doğu ve Batı’yı birbirinden ayıran Boğaz misali, iki yakası asla bir araya gelemeyen bir bela paratoneriydi. Aynı zamanda bir mağaza tezgâhtarı, becerikli bir terzi ve hatta bir tarihi eser kaçakçısıydı. Ancak hepsinden önemlisi, o bir anneydi. Çocukları için gözünü kırpmadan canını verebilecek, onlar uğruna bu dünyada her türlü zorluğa ve güçlüğe katlanabilecek fedakâr, vefakâr ve cefakâr bir anne…
İşte bu onun hikâyesi. Tıpkı Arapçada sır anlamına gelen isminin çağrıştırdığı gibi yıllarca karanlıkta kalmış, sırlarla kaplı hayatının gizemli hikâyesi. İçindeki fırtınalar kopan denizin dingin kalma çabaları gemileri süt liman sularda tutmaya yetmediği zaman, kalbinden taşıp dudaklarından dökülerek hayat bulan hikâyesi. Sıra dışı bir kadının inanılmaz olaylarla dolu yaşam öyküsü… İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçen 1940’lı yıllardan 2000’lere uzanan altmış yılı aşkın bir ömrün acıklı anatomisi… Oradan oraya savrularak geçen sürgün gibi bir çocukluğun ardından aşkla, dostluklarla ve mutluluklarla olduğu kadar; acılarla, zorluklarla ve kalp kırıklıklarıyla dolu bir yaşam… Dolu dolu geçen bir yaşam…