Sürdürülebilirlik sanatçısı Deniz Sağdıç, hepimizin kullanıp attığı malzemelerden portreler, tablolar yapıyor. Müze ve galerilerle sınırlı kalmayan, sanatçının kamusal mekanlarda halkla buluşturduğu eserleri gören dönüp bir daha bakınca amaç hasıl oluyor. Sağdıç, sürdürülebilir bir yaşam sürmek için tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamanın en estetik yolunu üretiyor.
Söyleşi: Duygu Özsüphandağ Yayman
Düğmeler, kablolar, kumaşlar, iplikler, pet şişe kapakları, kasetler, ambalajlar, etiketler… Günlük yaşamımızda kullanırken belki gözümüze bile takılmayan, ayrıntılarına dikkat etmediğimiz malzemeler. Kimi, işlevi sona erdiğinden kimi, eskidiğinden atılmış. Büyük çoğunluğun gözünde artık atık olmuşlar. Oysa estetik bir bakışla, yenilikçi tekniklerle, kompozisyon bütünlüğünde bir araya geldiklerinde başkalaşıyorlar. Atıkların örgütlülüğünden ne şahaneler doğuyor! Bakmakla görmek arasındaki fark burada yatıyor. Ancak Deniz Sağdıç gibi sanatçılar onları görüp tasarlarsa, atıkları yaratıcı fikirlerinin malzemesi haline getirirse sanata dönüşüyorlar. Atık malzemelerle üretilmiş portreler, tablolar, izleyenleri kendine baktırıyor; aralarında iletişim başlıyor. Görenin dönüp bir daha baktığı atıklar için Sağdıç, “Zaten tam olarak amaçlanan da bu: Farkındalık düzeyinde gözle görülür bir değişim” diyor. Doğa dostu olmasının yanı sıra kişi ve kurumların, maddi ve manevi getirileri nedeniyle de sürdürülebilirliğe ancak o zaman kayıtsız kalamayacağını vurguluyor.
Kendisini sürdürülebilirlik sanatçısı olarak tanımlayan Sağdıç, çalışmalarına kavramsal sanat tartışmalarına eleştiri amacıyla, kavramsal sanat tekniğiyle klasik sanat biçimini bir araya getirerek başlamış. Mersin Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunu Sağdıç, dünyada 20 farklı tekniği uygulayan sayılı sanatçı arasında. Sanatın mekanlara, dört duvar arasına hapsolmaması, insanların sanata temas etmesi gerektiği fikrinde olan Sağdıç, eserlerini havalimanları, alışveriş merkezleri, fuarlar gibi kamusal mekanlarda herkesle buluşturmayı önemsiyor. Sağdıç, insanlara yapabilecekleri konusunda sınır olmadığını göstermeyi, ilham vermeyi amaçladığı sürdürülebilirlik sanatını anlattı.
“ÇÖP İSTİFLEYEN DELİ KADIN” ALGISI
Atık malzemelerle tablolar, özellikle de portreler yapıyorsunuz. Resim sanatının klasik malzemelerini kullanmıyorsunuz ama eserleriniz resim olarak tanımlanabilir mi?
Eserlerimi resim olarak tanımlarsam onları birçok anlamda eksik bırakmış olurum. Atıklardan oluşturduğum eserlerim, resim diye tanımladığımız eserlerden çok daha geniş bir fonksiyona sahip. Bu fonksiyon, izleyicilerin sadece görsel deneyim yaşamasını değil, aynı zamanda düşünsel, duygusal ve sosyal bir etkileşim yaşamasını da sağlayabilir. Sanat eserlerinin sınırlarını aşarak farklı materyalleri kullanmak ve geniş bir fonksiyona sahip eserler oluşturmak da beni en çok heyecanlandıran nokta. Özetle eserlerimin sadece “resim” olarak tanımlanması, onların potansiyelini ve anlamını eksik bırakabilir.
Sizin için görsel sanatçı tanımı kullanılmış. Peki, siz sanatçı kimliğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Sanatını toplum farkındalığına ve daha iyi bir toplum oluşturmaya adamış bir sürdürülebilirlik sanatçısı olarak tanımlıyorum.
Atık malzeme kullanma fikri nasıl doğdu?
Atıklarla sanat eseri yapmaya başlamadan önce kimi nesnelere sanatın klasik yöntemleriyle müdahalelerde bulunuyordum. Örneğin bir kenara terk edilmiş sehpanın üzerine yağlı boya ile çeşitli formlar boyayarak onu sanatın dünyasında yeniden var etmeyi amaçlıyordum. Bunu yapmamdaki motivasyon, o dönem sanat dünyasında sıkça gündem olan “kavramsal sanat” tartışmalarıydı. Bu tartışmalara bir eleştiri olarak kavramsal sanat tekniğiyle klasik sanat biçimini bir araya getirmeyi amaçlayan çalışmalar yapıyordum. Sonra bu atık nesnelerin yerini zamanla çöp olarak genellediğimiz atıklar almaya başladı. Tabii tüm bunlar olurken sürdürülebilirlik gibi kavramlar henüz bu denli bilinmiyordu. O dönem çoğu insan için doğa aktivisti ya da çöp istifleyen deli bir kadındım.
Sanatın sürdürülebilirliği kavramını nasıl açıklarsınız?
Bu kritik öneme sahip olan konuyu biraz daha açmak gerekirse iki önemli nokta var: Nesnenin sürdürülebilirliği ve sanatın sürdürülebilirliği. Biliyorsunuz ki sanat eserleri günümüzde çoğunlukla müzelerde ve çeşitli galerilerde sergileniyor. Bu da insanların sanata ulaşmasını zorlaştırıyor ve azaltıyor. Bir sergi açmadan önce birçok eseri ortaya çıkarıyorum, her eserin arkasında aslında insanlara anlatmak istediğim bir fikir, değiştirmek istediğim şeyler var.
Sürdürülebilir sanat dünyada kabul görmüş bir kavram mı? Türkiye’deki durum nedir?
Sürdürülebilirlik, günümüzün önemli olduğu kadar popüler kavramlarından biri. Popüler olan her şey gibi kimi zaman hoyratça kullanımlara ya da altı çok fazla doldurulamayan sloganlara indirgendiğine şahit olabiliyoruz. Ya da bu konuda çok istekli olmasına rağmen yapılabileceklerin sınırlı olduğunu düşünen kişi ve kurumlar çoğunlukta. Çalışmalarımda sürdürülebilir düşüncenin sınırsızlığına dikkat çekmeye çalışıyorum. Atık malzemelerle sanat eserleri yapmak, “Herkes tüketimlerinden arta kalanları sanat ile değerlendirsin” anlamına gelmiyor elbette. Ama en azından insanlara yapabilecekleri konusunda sınır olmadığını göstermesini, onlara ilham verebilmesini amaçlıyorum. Öte yandan sürdürülebilirliği sadece doğa dostu yönleriyle değil, kişi ve kurumlara kazandırdığı maddi ve manevi getirileriyle değerlendirdiğimizde bu yaklaşıma günü geldiğinde kimsenin kayıtsız kalamayacağını düşünüyorum.
Kot kumaşları, kasetler, iplikler gibi günlük yaşamda sanatla bağını kurmadan kullandığımız malzemeler, eserlerinizde sanat eserine dönüşmüş olarak çıkıyor karşımıza. Malzemeler, izleyenlere ne gibi mesajlar veriyor?
Bütün bunlar, yaşamın tam da bağrından kopup gelen malzemeler. Bu sebeple izleyiciler eserlerimle çok kolay yakınlık kuruyor. Belki de dikkatlerini daha önceden çekmeyen atıklara artık daha farklı yaklaşmaya başlıyorlar. Zaten tam olarak amaçlanan da bu: Farkındalık düzeyinde gözle görülür bir değişim. Atık kullanımım bu anlamda biçilmiş kaftandan farksız. Dikkatleri cezbediyor ve izleyicilerin fiziksel olarak atığa temas etmesi, deneyimi unutulmaz kılıyor.
Atıkları her projeye göre farklı alanlardan mı temin ediyorsunuz?
Genellikle malzeme bulmada sorun yaşamıyorum, etrafta o kadar çok atık var ki… Komşulardan, arkadaşlarımdan, atık ayrıştırma merkezlerinden çok kolay bulabiliyorum. Nadiren atık elektronik kablolar bittiği zaman yakın bir elektrikçiye gidip kablo atıklarını uygun fiyata alma durumum olabiliyor. Ama dediğim gibi bu çok nadir yaşanan bir durum. Bazen de kendi dolabımdan giymediğim kıyafetleri eserlerimi oluştururken kullanıyorum.
Özellikle denim kumaş kullanmanızın sebebi ne?
Anadolu’da yetişmiş biri olarak dokuma tekniklerinin ilk defa ortaya çıktığı bu toprakların kültür ve geleneğinin en önemli imgesi, tekstil ürünleri. Tekstilin adeta anavatanı olan bir coğrafyada üretiyorsanız onun derin anlamlarına ve önemine kayıtsız kalamazsınız. Tüm tekstil ürünleri binlerce yıldır Anadolu’da nasıl bir anlam ve bağlam kazanmışsa denim bunu tüm dünyada başarmış durumda. Düşünsenize dil, ırk, renk ya da sosyal sınıf fark etmeksizin her yaştan insan denimi yakından tanıyıp onu benimsemiştir. Dünyanın en kırsal kesiminde yaşayan bir çiftçiyle ekonomik olarak en gelişmiş metropolünde yaşayan birinin üzerinde aynı denim pantolonu görebiliriz ve bunu yadırgamayız. Denim, binlerce yıllık medeniyet tarihimizde belki de insan elinden çıkmış hiçbir ürünün başaramadığı biçimde bir evrensellik, eşitlik kazanmıştır.
“SANAT DÖRT DUVAR ARASINA HAPSOLMASIN”
Bizi, bir şeyleri hep yeniden satın almaya yönelten tüketim çağında yaşıyoruz. Siz ise kısa ömür biçilen bu malzemeleri kullanıp ömrünü uzatarak ne söylüyorsunuz?
Her nesnenin ömrü dolmadan atılması atık miktarını artırır ve kaynakların israf edilmesine yol açar. Bu da çevresel sorunlara sebep olur. Bunun yerine nesneleri yeniden kullanmak, onları onarmak, geri dönüştürmek veya farklı bir şekilde değerlendirmek mümkün. Örneğin, bir nesnenin farklı renklere boyanması veya başka bir şekilde tasarlanması ömrünü uzatabilir ve ona yeni bir işlev kazandırabilir. Yaklaşık 20 yıldan beri televizyonlar, sinemalar ve reklamlar aracığıyla sanat dili kullanılarak “tüket, tüket, tüket” mesajları veriliyor. Ben de bu durumu çözse çözse sanat çözebilir diye düşündüm. Bu çılgınlığa bir dur demek gerek. Tüketmeden önce tekrar bir düşün! Buna ihtiyacın var mı? Aynısından sende var mı? Farklı renklerini alman gerekli mi? Ve sonrasında şunu soruyorum. Bu nesne ömrünü doldurdu mu ki sen bunu atıyorsun? Başka bir şeye dönüşebilir mi? Sorularımı başta kendime, sonra da sizlere soruyorum. Evet, bu soruları kendimize sormak ve üzerinde düşünmek önemli. İnsan olarak sürdürülebilir bir yaşam sürmek için kendi tüketim alışkanlıklarımızı değerlendirmeli ve nesneleri ömrünü doldurmadan atmak yerine başka bir işlev için dönüştürme imkanlarını araştırmalıyız.
Eserlerinizin yaşamın bir parçası olmasını istediğinizi, müzelere hapsedilmesini değil de hayata dokunmasını istediğinizi söylüyorsunuz. Bugüne dek bir sanat eseriniz için aldığınız, aklınızda kalan bir geri dönüşten bahsedebilir misiniz?
Her eser için duyulan şaşkınlık duygusu ortak bir geri dönüş diyebilirim. Eserlerime bakanlar portrelere yaklaştıkça boyadan oluşmadığını fark ediyor, daha da yaklaşıyor. Gördüklerinin kumaş parçası yahut deri ya da plastik atık olduğunu kavradıklarında bu şaşkınlık anlam kazanıyor.
Herkesin günlük yaşamında sanata temas etmesi neden önemlidir?
Temas çok önemli. Sanatın dört duvar arasına hapsolması insanlara ulaşmamı engelliyor. Örneğin sizler yılda kaç kez müzelere veya galerilere gidiyorsunuz? Kaç ziyaretiniz sizde bir ışık yaktı, bir kıvılcım oluşturdu? İşte bu mekanlar, “Sanat anlaşılmaz, elitist ve yukarıda bir yere konumlanmıştır, komplikedir” mesajlarını bize vermekte. Tek dinlenme zamanı hafta sonları olan insan da kısıtlı vaktini, anlayamayacağı bir şeye yormak istemiyor haliyle. Ve sanattan vazgeçiş başlamış oluyor. Eserlerimde aslında bu algıyı kırmak istiyorum.
İnsanların galerilere, müzelere gelmesini beklemek yerine sanatı onların yaşam alanlarına götürmek neden önemli?
Sanatın sadece belirli bir kesime hitap ettiği algısını kırarak, insanlara sanatı günlük yaşamlarının bir parçası haline getirmelerini sağlamaya çalışıyorum. Bu alanlarda sergilenen eserler, insanların bekleme sürelerini keyifli hale getirebilir, sanatla etkileşime geçmelerini sağlayabilir ve belki de sanata ilgilerini uyandırabilir. Sanatın yaşamın her alanında var olabileceği fikrini benimsetebilmek en büyük isteğim.
Neden bütün eserlerinizde portreler var? “Sanat eserlerim size bakar ve ona bakmak zorunda kalırsınız” derken her bakanda eserin yeniden üretilmesini mi kast ediyorsunuz?
Bana göre her bir eserim, izleyicisinin her bakışında tekrardan yaratılır. Çalışmalarım çoğunlukla portrelerden oluşuyor evet, bunun benim için başlıca nedeni olarak bakış, bakmak diyebilirim çünkü göz teması kurmak insanın en temel eğilimidir. Portrelerimi seçerken spesifik bir yüz karakteri aramaktan öte size direkt olarak bakmasını istediğim yüzler seçiyorum. Dolayısıyla seçimlerim size bakan portreler oluyor. Size baktıkları için tepki olarak geri dönüt veriyorsunuz ve bu noktada iletişim başlıyor. İletişim başladığında ise eserlerimin söyleyeceği çok şey oluyor ve bu diyalog başlamış oluyor izleyiciyle.
“Odağımda insan var” diyorsunuz. İnsanın anlam arayışıyla sanatın var oluş sebebi arasında bağ kurduğunuzdan mı?
Evet, insanın anlam arayışıyla sanatın var oluş sebebi arasında bir bağ kurduğumu söyleyebilirim. İnsan, varoluşun anlamını anlamaya ve anlam yaratmaya doğru bir eğilime sahiptir. Sanat, bu anlam arayışının bir ifadesi ve yöntemidir. Sanatçılar, insanın iç dünyasını keşfetmek, deneyimlerini ifade etmek ve insanlığın ortak deneyimlerine dokunmak için yaratıcı ifade araçlarını kullanır. Sanat eserleri, izleyiciye veya katılımcıya derinlikli deneyimler sunar ve onlara anlamın çeşitli yönlerini keşfetme fırsatı verir. Estetik deneyimler bizi sadece güzelliğe değil, aynı zamanda insanlık durumuna, ahlaki değerlere, sosyal konulara, doğaya ve evrene dair derin düşüncelere yönlendirebilir. Sanat, bireyler arasında bağlar kurarak toplumu etkileyerek ve geniş kapsamlı anlamlar yaratarak insanları bir araya getirme potansiyeline sahiptir. Sanatın varoluşun anlamıyla olan bağı, insanların derin düşüncelere, hislere ve deneyimlere yol açmasını sağlar. Bu bağ, sanatın insanların hayatlarını zenginleştirdiği, düşünce dünyalarını genişlettiği ve insanlığın ortak bir dilini oluşturduğu bir alan yaratır.
İnsanlar eserlerinizle nerelerde, hangi mekanlarda buluşuyor?
Alışveriş merkezleri, hastaneler, fuarlar, havalimanları ve halka açık daha bir sürü alan… İlk olarak bir tekstil fuarında eserlerimi sergiledim ve bir müzede ulaşabileceğimden katbekat fazla insana ulaştım. Yaklaşık 80 bin kişi eserlerim ile tanıştı. Sanatın ulaşılamaz olduğu algısını kırarak sanat ile haşır neşir olabilecekleri alanlar yaratmaya çalışıyorum.
Yakın gelecekte yeni bir sergi planınız, projeleriniz var mı?
Dünyadaki bütün havalimanları gibi ya da kamuya açık mekanlarda izleyiciyle buluşmayı hedefleyen global bir projemiz var.
Güzel sanatlar öğrencilerine, kendi yollarını keşfetmeleri, sanatlarını ortaya çıkarıp ifade edebilmeleri konusunda neler söylersiniz?
Hayalleri olan ama hayallerini gerçekleştirme konusunda zorluk yaşayanlara çok kısa bir şey söylemek istiyorum: “İstikrarlı hayal hakikattir.”
DÜNYADA 20 FARKLI TEKNİK KULLANAN SAYILI SANATÇILARDAN
Tekniğinizle öncü olduğunuzu, yeni ufuklar açtığınızı düşünüyor, gözlemliyor musunuz?
Dünyada 20 farklı tekniği uygulayan sayılı sanatçıdan biriyim. İzleyicilerden bu tekniklere çok güzel geri dönüşler almaktayım. Hatta ilgili olanlar kendileri de denemek üzere eserlerimden esinleniyorlar ki bu da beni bir sanatçı olarak çok mutlu eder. Ancak sanatta öncü olmak ve yeni ufuklar açmak, sadece tekniğe dayanmaz. İçerdiğiniz fikirlerin, duyguların ve mesajların da yenilikçi ve ilham verici olması önemlidir. Sanat, sadece tekniğe değil, aynı zamanda anlam taşıyan içeriklere dayanan bir ifade biçimidir. Bu yüzden, tekniklerinizin yanı sıra eserlerinizin taşıdığı anlam ve etki de önemlidir. Ancak sanatın değerlendirilmesi ve kabul görmesi sübjektif bir konudur.