Geleneksel Türk sanatlarının ve kültürünün yaşatılmasında, dünyaya tanıtılmasında büyük rol oynayan Olgunlaşma Enstitülerinin kuruluşu 1945’e dayanıyor. Neredeyse 80 yıla dayanan tarihçesi ile enstitüler, geçmişten geleceğe uzanan bir köprü oluyor.
SÖYLEŞİ: BELKIS KAMUT AKTÜRK
Sandıklarda kalmasın diye, nakışların dili çözülsün diye, desenlerin neşesi koyulsun diye, kadınlar üretsin, öğretsin diye, gelecek nesillere bu miras aktarılsın diye, söylenecek yeni sözler oluşsun ve sözcükler tükenmesin diye kurulmuş olmalı Olgunlaşma Enstitüleri. Öylesine derin izlerin tanığı ki onlar, tek kelimeyle iyi ki varlar…
Kişisel tarihimde oldukça önemlidir enstitüler, zira annemin ilk mezunları arasında yer aldığı Konya’daki enstitü hikayeleri ile büyüdüm. Mezunlarının gördüğü hürmet ve saygınlık, eserlerin güzelliği, yapılan sergi ve defilelerin anlatımları kulaklarımda halen.
Bu başarı elbette tesadüf değil ve sadece Konya’ya özgü değil. Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsünü ziyaret ettiğimde gördüklerim beni çok etkiledi. Verilen emekler sadece geçmişi geleceğe taşımak için değildi. Çalışanlar da öğretenler de bu eserlere sahip olanlar da bu kıymetin farkında idi.
Kimi zaman Usta fotoğrafçı Ara Güler’in karelerinde kimi zaman Hayat mecmuasının kapağında kimi zaman ise gazete kupürlerinde karşılar bizi, olgunlaşma enstitülerinin fotoğrafları. Her seferinde hayranlıkla baktırır detaylarına. Kimi zaman geçmişi anlatır kimi zaman modanın ipuçlarını verir. Ama her daim Türk sanatının zarif bir temsilcisi olduğunu fısıldar size.
TÜRK İĞNESİNİN MUCİZESİ
Olgunlaşma enstitülerinin kuruluş yılı 1945’e uzanıyor… Genç Cumhuriyet tüm hızıyla reformlarını sürdürmektedir. Kız çocuklarının eğitimi her zaman önemlidir ancak 2. Dünya Savaşı zamanında bu önem daha da artar. Verdiği hizmetlerle zihinlere kazınan Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve Müsteşar Rüştü Uzel, girişimleri ile 1945 yılında ilk kız Teknik Öğretim Olgunlaşma Enstitüsü açılır. Ortaya konan eserler basının da ilgisini çeker ve “Türk iğnesinin mucizesi” olarak adlandırılır. Ama bu süreci böyle hızlıca geçmeyelim… Gelin, biraz tarihin derinliklerine inelim; tanıklıklarla, anılarla…
Kız Enstitüsü denince akla gelen ilk isimlerden biridir Refia Övüç. “Kızların istikbali tıkalıydı” diye anlatıyor anılarında. Zira mezun olan kız öğrenciler sınava girip meslek öğretmeni olabilirlerdi ama sayı belli, ya geride kalanlar ne olacaktı? Üstelik o yıllarda dikiş, nakış, çamaşır ve benzeri meslekler Güzide Hanım ve Calibe Hanım’ın dışında yabancıların elindeydi.
Alınan eğitime iş tecrübesinin eklenmesinin öneminin farkında olan Refia Hanım, konuyu bir raporla Milli Eğitim Bakanı Müsteşarı Rüştü Uzel’e sunar. İsteği Beyoğlu’nda bir Olgunlaşma Enstitüsü açmaktır. Bu da “Beyoğlu’nda bir sanat okulu açarak gayrimüslim modacılarla rekabet etmek” anlamına gelir. Uzel, Refia Hanım’ı, “Beyoğlu bir kayadır, kafanızı çarparsınız” diye uyarır. Ancak Refia Hanım yılmaz, Beyoğlu’nda bulunan bir binaya Refia Hanım’ın yanı sıra Mihrunnisa Güven, Semiha Avcı, Nebahat Candan, Belkıs Özbek, Mazhar Resmor ve Mehbare Öğretmen hayat verir ve 14 Ekim 1945’te, 161 öğrencisi ile İstanbul Olgunlaşma Enstitüsü açılır. Yıllar sonra, 1991 yılında, enstitünün ilk müdürü, milli modanın tanıtılmasında eşsiz katkıları olan Refia Övüç’ün adı verilir kuruma; Refia Övüç Olgunlaşma Enstitüsü…
EL NAKIŞLARININ GÜNDELİK YAŞAMA DAHİL EDİLMESİ
Açıldığı günlerde sandıklardan çıkarılan birbirinden güzel işler, okulun giriş salonunda sergilenmeye başlanır. Her gün düzenlenen farklı sergiler sayesinde el nakışlarının gündelik yaşama dahil edilebileceği gösterilir ve bu, okulun döner sermayesine yansır. 1962 yılı, hayli önemli olur enstitü için. Hazır giyimin dünya modasındaki yansımasına bakılarak butik çalışmasına geçilir. Hızla kabul görür çünkü giyimi kolay ve ulaşılabilir rakamlarla ürünler sunulmaktadır.
1958’de Ankara, 1959’da Eskişehir ve Samsun, 1961’de İzmir, 1972’de Adana, 1987’de Antalya, 1988’de Kayseri ve Trabzon, 1989’da Diyarbakır ve Beylerbeyi Sabancı ve 1996’da da Bursa Olgunlaşma Enstitüsü kurulur.
O yıllardan bu yana ülkemizin birçok farklı yerinde açılan olgunlaşma enstitülerinin sayısı 30’a ulaşmış durumda. Ayrıca Olgunlaşma Enstitülerinin kapasitelerini artırmak, ürünleri tek marka altında toplamak için Bohça markası oluşturuldu. Tarihi önemiyle, ortaya koyduğu eserlerle adından sıklıkla söz ettiren Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsünün Müdürü Nazan Suna Alpural ile yaptığımız söyleşi de aslında hızlı bir bellek yolculuğu gibi oldu. Enstitünün hizmet verdiği bina, Beylerbeyi Sarayı’nın geniş bir sahaya yayılan ek yapılarından biri. 1988 yılında İstanbul Olgunlaşma Enstitünün kullanımına tahsis edilen yapı, 1989 yılında müstakil eğitim kurumu olarak “Sabancı Kız Teknik Öğretim Olgunlaşma Enstitüsü” adıyla hizmet vermeye başlamış. 2012 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne bağlanan enstitünün adı da İstanbul Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü olarak değiştirilmiş. Dalga seslerinin, martı çığlıklarının karıştığı, deniz kokusunun şehrin sesleri ile hemhal olduğu güzel yapıda harika işler üretiliyor. Birbirinden kıymetli projeleri Nazan Suna Alpural’dan dinleyelim…
Nazan Hanım, öncelikle bu eğitim kurumlarının neden olgunlaşma enstitüsü adını aldığını anlatabilir misiniz?
Kız enstitüsü ve akşam sanat okullarından mezun öğrencileri kaydedip onların meslekte olgunlaşmalarına atfen bu ad veriliyor bu kurumlara. Günümüzde de bu çaba sürüyor. Kültürel mirasın önemini bilen, işini severek yapan, sanat alanındaki yenilikleri takip eden, uygulayan, girişimci koşula sahip, zevkiselim (yüksek zevk sahibi) bireyler yetiştirmekteyiz. Milli ve mahalli işlerimizi severek tanıtacak, kültür ve medeniyetine sahip çıkarak gelecek kuşaklara yayacak ustalar, en büyük zenginliğimiz. Olgunlaşma enstitüleri sayesinde akşam kız sanat okullarını ve kız enstitülerini tamamlayan kız öğrencilerin eğitimleri yarıda kalmadı. Yetenekleri ve hayat beklentileri doğrultusunda ilgilendikleri sanat ve zanaat alanında kendilerini geliştirdiler. Kimi kendi işini kurdu kimi akademik hayata dahil oldu.
Burada neler yapıyorsunuz? Projelerinizi anlatır mısınız?
Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne bağlı bir yaygın eğitim kurumu olarak hizmet veriyoruz. Medeniyetimizin mirası olan sanat ve zanaatlarımızın yanı sıra giyim kuşam ve mutfak kültürümüzü gerek eğitim gerekse üretim yoluyla gelecek nesillere aktarıyoruz. Üstelik bununla yetinmiyor, tüm dünyaya ulaştırıyoruz.
İki yıllık olgunlaşma enstitüsü denklik programlarımız çok kıymetli. Çünkü mesleğin özü burada öğreniliyor. Diğer yandan da beceri geliştirme kurslarımız, atölye çalışmalarımız, seminer söyleşi ve benzeri etkinliklerimiz sürüyor.
Buraya özel bölümleriniz de var, değil mi?
Evet var. Araştırma, tasarım ve üretim bölümü ile tanıtım ve pazarlama bölümümüz Beylerbeyi Sabancı Olgunlaşma Enstitüsüne özel bölümler. Enstitümüzdeki tüm çalışmalar bu üç ana başlıkta toplanarak hem üretim hem de proje sürecimiz başarıyla devam ediyor.
Peki, çalışırken nasıl bir yol izliyorsunuz?
Her yıl bir proje teması belirleniyor. Süreleri değişen bu çalışmalarda araştırma bölümü, temanın akademik tarafının yanı sıra sahadaki paydaşlarımızla da çalışıyor. Mesela Osmanlı saray kumaşlarını araştıralım, diyoruz. Başkanlık Osmanlı Arşivinde araştırma yapılıyor, Milli Saraylar ve müzelerin arşivleri inceleniyor, konuyla ilgili literatür taraması yapılıyor. Ayrıca alan uzmanları ve yetkililerine danışılarak görüş alınıyor. Projenin ihtiyacı olan dokuma, desen vs. belirleniyor. Burada müthiş bir arşiv oluşuyor. Bu vesile ile bize bırakılan arşivi koruyarak ve güncelleyerek gelecek nesillere aktarıyoruz.
Bu veriler tasarım bölümüne iletiliyor. Tasarım bölümünde hazırlanan desenler, nakış atölyesinde işleniyor. Disiplinler arası yaklaşımla atölyelerimiz, sadece geçmişi hatırlatan değil, günümüz kullanımına da uygun ürünler sunuyor. Ürün ve koleksiyonlarımız ulusal ve uluslararası basında yer alıyor; fuar, sergi, defile, sempozyum gibi tüm mecralarda ses getiriyor.
Bu bölümlerimizin yanı sıra, MEB bünyesinde ilk ve tek olan Taşınabilir Kültür Varlıkları Restorasyon ve Konservasyon Laboratuarı da enstitümüzde kuruldu. Laboratuvarımız çalışmaları kapsamında, restorasyon ve konservasyon işlerinin yanı sıra müze eserlerini sergileme ve depolama konusunda danışmanlık hizmeti veriyoruz. Türk havacılık tarihinin ilk şehitlerine ait eşyalar ile Mustafa Kemal Atatürk’ün Savarona yatında kullandığı özel eşyaların restorasyonu laboratuvarımızda yapıldı. Türk havacılık tarihinin ilk şehitlerine ait eşyaların ve Atatürk’ün Savarona yatında kullandığı özel eşyaların restorasyonu da bu bölümümüz tarafından yapıldı. Pertevniyal Valide Sultan Türbesi envanterine kayıtlı dival işi (tersi ile düzü farklı görünümde olan nakış türü) puşideleri de (türbelerde sandukaların üzerine örtülen süslü kumaş) Malik Aksel’in Bursa Kent Müzesinden gelen yağlı boya tabloları da burada yeniden hayat bulan eserlerden bazıları. Yine laboratuvarımız bünyesindeki Doğal Boyama Laboratuvarımızda, doğal boyar maddeler ve bitki atıklarından elde edilen boyalarla yün, keten, ipek gibi farklı dokumalar üzerine boyama araştırmaları yapılıyor. Bunlardan başka yine Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde ilk ve tek olan moda akademisinin de enstitümüzün ek binası olarak açıldığını gururla belirtmek isterim. Yetenekli ama olanakları kısıtlı gençleri devletin desteğiyle yetiştirdiğimiz okulumuz burası.
GELENEKSEL ADAP VE USULLER ÖNEMLİ
Türk mutfak sanatları atölyenizde de çok özel işler yapılıyor…
Gerçekten öyle. Kurum kültürümüzün getirdiği tüm hassas özelliklerimiz burada da ortaya çıkıyor. Sadece reçete ve tarif vermiyoruz, tarihsel süreçteki uygulama ve sunumları da yaşatıyoruz. Kahve deyip geçmiyor, geleneksel adap ve usulleri de hafızalarda yer alsın diye tüm zarafeti ile sunuyoruz.
Sizinle burada bulunan müzeyi de gezdik. Bu müze 1998’de enstitü açılırken planlanmış ve Ankara Olgunlaşma Enstitüsü Müzesinin deposunda bulunan eserlerden bir kısmı buraya getirilmiş. Müzede yer alan eserler hakkında bilgi verir misiniz?
Enstitü müzemizde çoğunluğu 19-20. yüzyıllara tarihlenen Osmanlı dönemi eserleri bulunuyor. Ayrıca koleksiyonerler tarafından müzemize hibe edilen eserler de önemli bir yer teşkil ediyor. Eserlerimizin bakımı, onarımı, muhafaza edilmesi ve teşhirinin yanı sıra desen arşivlerini de yapıyoruz. Maraş işi tekniğiyle işlenmiş bindallı, gelinlik, ceket ve bohçalar, hesap işi ve Türk işi teknikleriyle işlenmiş peşkir, yağlık ve uçkurlar, tel kırma ve tel sarma teknikleriyle işlenmiş örtüler, cepkenler ve üç etekler, Maraş işi tekniğiyle işlenmiş seccade, pul dikme tekniğiyle hazırlanmış kahve puşidesi, iğne oyalı ipek yemeniler, dokuma havlular, dokuma kumaşlar, porselen fincanlar ve gümüş kahve fincanı zarfları burada sergilenen eserler arasında.